HAYATIN
RİTMİ
Yedi kat gökler ile yedi nota
sesi, ya da yedi adet çakranın varlığı birbirinden bağımsız olabilir mi?
Makam denilince aklımıza
ilk olarak musikideki makamlar gelmekle birlikte, dilimizde pek çok anlamda
kullanılmaktadır. 15. Yy dan beri makam sözcüğü bu coğrafyada vardır. Burçların
bulunduğu yerlere de makam denilmiş ve
12 felek için 12 makam yani 12 ayrı
müzikal kuralın kullanıldığı düşünülmektedir.
Bununla birlikte
tasavvuf düşüncesinde de, insanın ahlaki yönden kendini arındırması ve kemale
ulaşması esnasındaki basamakları, durakları, aşamaları makam kelimesi ile
anlatırız. Hac tecrübesini yaşayanlarda bilirler ki, Kabe’nin hemen önünde
Makam-ı İbrahim diye adlandırılan bir yer vardır. Burası ‘ben müslim olanların
ilkiyim’ diyen İbrahim (AS) gibi olmak isteyenlerin durduğu yerdir ve makam
burada durmak demektir. İster ontolojik
anlamda olsun, isterse teolojik anlamda olsun, makam bir aşamayı, durumu,
basamakları ve sükûneti ifade etmek için kullanılan bir terim olarak karşımıza
çıkar.
Kadim kültürlerden
günümüze kadar gelen musikinin nağmeleri ve ritimleri, belli prensiplere göre
tertip edilmiş ve tanımlanmıştır. Filozofların neredeyse hepsinin musiki ile
ilgilenmesi boşuna değildir. Eğer bilginin ve hakikatin tek olduğuna
inanıyorsak, var olagelen her şeyin birbiriyle yakından alakalı olması gerektiğini
kavrayabiliriz. Bu nedenledir ki geçmiş dönem filozoflar, matematik, astronomi,
sağlık, şifa ve musiki konularıyla birlikte meşgul olmuşlar ve bugün sahip
olduğumuz pek çok bilginin temellerini atmışlardır.
Bugünkü
bilgilerimize göre akustiğin temelinin Pisagor’a ait olduğu düşünülmektedir.
Bir telin uzunluğu ile sesin yüksekliği arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak
saptayan Pisagor, öğrencilerine belirli melodilerin insan bedeni üzerinde
yarattığı belirli tepkileri öğretmiş; doğru düzendeki seslerin iyileşme
sürecinde yarattığı hızlanmayı göstermiş, Sokrates ise, müzikal tonların
altındaki bilinçaltı etkisini, Aristo müziğin duyguları açığa çıkarmadaki
gücünü, Eflatun ise ritmin, insan psikolojisi üzerindeki etkilerini
araştırmıştır. Sonuç olarak hepsi de
müziğin ve ritmin alem içinde gezegenlerin hareketleriyle aynı prensiplerle
oluştuğunu düşünmüşlerdir. Gezegenler güneşin etrafında belli yörüngelerde
dolanırlar yani tesbih ederler. Makro alemde gerçekleşen bu olay
aynı şekilde mikro alem de de ortaya çıkar. Atom denilen maddenin en küçük
yapıtaşında da ortadaki bir çekirdek etrafında elektronlar ritmik ve simetrik
olarak dönerler. Dolayısı ile hepsinde bir uyum ve harmoni vardır. Işık ve ses
te aynı kurallar çerçevesinde oluşmaktadır. Bu nedenle bir ressamın ya da
müzisyenin eserinin hoşumuza gitmesi, aynı simetriyi ve uyumu yakalamış olması
gerçeğinden kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Sanırım bir insanı sanatçı yapan
şey de, yaratılmış olan da kozmik uyumu
görebilmesi ve bunu eserine yansıtabilmesidir.
Bizler de hayat
yolculuğumuzu sürdürürken, her seçim alanında rotamızı çiziyoruz. Yani sonuç
olarak şunu söylememiz mümkündür ki, insan eğer insan olmanın gereklerini
yerine getirmiyorsa, yani yaradılış gayesinden kopmuşsa, kendi kendisine haksızlık
ve zulüm yapıyor demektir. Bu ahlaki zaafiyet sonuçta kendisini, insanın hem zihni hem de fiziki bedenin de
açığa çıkartır. Yani yörüngesinden çıkmakla, haddini/sınırlarını aşmak
suretiyle kendine zarar vermektedir.
İnsanın hakikat
karşısındaki duruşu ile, sanat karşısındaki duruşu benzerlik taşır. Nasıl ki
bir sanat eseri bir şeyi gizlilikten arındırma, açığa çıkarma işlevi görür ise,
insan da hakikati görür, anlar, işitir, tecrübe eder. Aslına bakarsak, her
sanat dalı aynı hakikat gibi, kendini bir şekilde görünür/zahir hale getirir.
Eğer bu bir şiir ise söz ile, resim ise renk ve figür ile ama söz konusu musiki
ise, bunun biçimlenişi ses ile olur. Tüm bunlar, insanı etkilemek suretiyle,
onda değişik hisler uyandırır. Bununla
birlikte yalnızca hisler uyandırmakla kalmaz, bir tefekküre yol açar ve
düşüncenin aydınlanması ile birlikte hakikatin idrak edilmesi süreçlerine de
yardımcı olur.
Tasavvuf
düşüncesinde ise “makam” Kur’an ayetinden alınmış bir kavramdır ve insanın
ahlaki yönden kendini arındırması ve insani kamil olma yolundaki aşamaları
ifade eder.
Gerçekçi bir alem
tasavvuru oluşmadan, ne hakikat bilinci, ne de sanatsal faaliyetlerin yaradılış
ile ilişkisi anlaşılamaz. Dini, edebi ya da sanat ile ilgili olsun her şey
yaratılış ile hakikatin değişik görünümleri
olarak aynı gerçeğe işaret ederler.
Dolayısı ile
musikideki makam ile yaradılışın ahengi arasında bir bağlantının olduğunu
kurgulayabiliriz.
Yedi kat gökler ile
yedi nota sesi, ya da yedi adet çakranın varlığı birbirinden bağımsız olabilir
mi?
İlginçtir ki kadim
uygarlıkların çoğunda musiki kozmik yani göklerle bağlantılı olarak
açıklanırken onun kozmolojik ahenginden bahsedilmektedir. Ahengin en yüksek
basamağı Mutlak Varlığın kendisindedir. Ahengin en yüksek basamağında O olunca,
hiyerarşik olarak tüm makamlar da ‘O’ tecelli edecektir. Zira ‘O’ ‘OL’ demiştir ve olmuştur. Dolayısı ile olmuş
olan şey, bütünlük içinde uyum ve ahenk taşıyacaktır.
İnsanın ruhunda
ahenge ulaşma eğilimi yatmaktadır. Zira
Allah, her şeyi belli bir uyum içinde, ölçülü ve idrak edilebilir şekilde yaratmıştır. Onun eserlerinde
eksiklik ve düzensizlik bulmak zordur. Musikideki ahenk yaradan ile ilgilidir.
Düşünün ağlayan bir bebek bile güzel bir ses duyunca hemen sakinleşir. Dolayısı
ile makamlar da varlığın tüm alanlarındaki şeylerle ilgili ve ilintili
olacaktır.
Tüm dünya da
tanınan ‘kanun’ adlı eseri yazan İbni Sina, musikinin insan bedenine etkisini
incelemiştir. Tedavinin etkili olması, hastanın aklî ve ruhî dengesini artırmak
için çevresinin sevimli hale getirilmesi gerektiğini keşfetmiş, bunun için de
musiki dinletmenin en etkili yollardan biri olacağını ileri sürmüştür.
Çalışmalarında kaynak olarak sık sık Farabî’ye başvuran İbn-i Sina, müzik
notalarının insanın ruh hallerindeki iniş çıkışları temsil ettiğini tespit
etmiştir. Ona göre müziği bize hoş gösteren, işitme gücümüz değil; o besteden
çeşitli telkinler çıkaran idrak yeteneğimizdir. Yani, müziğin bizde uyandırdığı
duygulardır. Razî, Farabî, İbn-i Sina gibi hekimler musikiyi hastalıkların tedavisinde kullanmayı
tecrübe etmişler ve olumlu sonuçlar almışlardır.
Yalnızca musikî
biliminde değil aynı zamanda tıpta,
astronomide ve fizik biliminde de engin bir birikime sahip olan Farabî, bu
bilimlerin birbirleriyle ilişkisini, özellikle musikinin diğer bilimlerle
ilişkisini araştırarak, makamların insana hangi duygu ve düşüncelere etki
ettiğine dair bazı görüşler ileri sürmüştür . Bununla da kalmamış, ve
makamların günün hangi saatlerinde daha etkili olacağını belirlemiştir . Bugün
dahi, camilerde ezan okunurken o vakte uygun makamı tercih etme geleneği devam
etmektedir. Sabah vakitlerinde Sabâ, Hüseynî, Öğle vakitlerinde Uşşak, İkindi
vakitlerinde Hicaz, Akşam vakitlerinde Irak ve Segâh, Yatsı vakitlerinde ise
Rast ve benzeri makamlarla ezan okunmaktadır.
Yedi ana çarkın,
yaşam enerjisiyle aktive edilmesinin en etkili yöntemlerinden biri de
musikidir.
Kâinattaki her varlık etrafına ses titreşimi yaymaktadır. Her
varlığın kendine has frekansı vardır ve hepsinin bir notası vardır. Ancak insan bilinen yedi
ana notanın hepsine haizdir. Bu yedi nota enerji bedendeki yedi ana çakraya
karşılık gelir. Bunlardan, kök çakrası
do, alt karın çakrası re, mide çakrası
mi, kalp çakrası fa, boğaz çakrası sol, alın çakrası lâ, tepe çakrası si
şeklindedir. Bu notalar tüm dünyada bilinen ve kullanılan seslerdir. Bu sesler
yalnızca nota olarak doğru frekanslarında titreşirlerse, titreştikleri ortamda,
kişide yaşam enerjisini aktive ederler. Ayrıca bu sesler kullanılarak doğru
ahenk ve armoniyle bestelenmiş eserlerin etkisi ise insan üzerinde daha güçlü
bir şekilde etki yaratmaktadır.
Varlık aleminde yaratılan her
şey madde ve mana uyum içerisinde hareket etmektedir. İnsan yaratılış gereğine
uygun olarak bu ahenge katıldığında ruhen ve fiziki olarak insan olmanın gereğini
yapmış ve rotasında ki yerini almış olur.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder