HAYATIN RİTMİ


4 Kasım 2016 Cuma

Konuk Yazarımız Sayın Dr.Murat Balanlı'ya değerli yazılarını paylaştıkları için şükranlarımı sunuyorum.

HAYATIN RİTMİ

Yedi kat gökler ile yedi nota sesi, ya da yedi adet çakranın varlığı birbirinden bağımsız olabilir mi?

Makam denilince aklımıza ilk olarak musikideki makamlar gelmekle birlikte, dilimizde pek çok anlamda kullanılmaktadır. 15. Yy dan beri makam sözcüğü bu coğrafyada vardır. Burçların bulunduğu yerlere  de makam denilmiş ve 12 felek için 12 makam yani  12 ayrı müzikal kuralın kullanıldığı düşünülmektedir. 

Bununla birlikte tasavvuf düşüncesinde de, insanın ahlaki yönden kendini arındırması ve kemale ulaşması esnasındaki basamakları, durakları, aşamaları makam kelimesi ile anlatırız. Hac tecrübesini yaşayanlarda bilirler ki, Kabe’nin hemen önünde Makam-ı İbrahim diye adlandırılan bir yer vardır. Burası ‘ben müslim olanların ilkiyim’ diyen İbrahim (AS) gibi olmak isteyenlerin durduğu yerdir ve makam burada durmak demektir.   İster ontolojik anlamda olsun, isterse teolojik anlamda olsun, makam bir aşamayı, durumu, basamakları ve sükûneti ifade etmek için kullanılan bir terim olarak karşımıza çıkar.

Kadim kültürlerden günümüze kadar gelen musikinin nağmeleri ve ritimleri, belli prensiplere göre tertip edilmiş ve tanımlanmıştır. Filozofların neredeyse hepsinin musiki ile ilgilenmesi boşuna değildir. Eğer bilginin ve hakikatin tek olduğuna inanıyorsak, var olagelen her şeyin birbiriyle yakından alakalı olması gerektiğini kavrayabiliriz. Bu nedenledir ki geçmiş dönem filozoflar, matematik, astronomi, sağlık, şifa ve musiki konularıyla birlikte meşgul olmuşlar ve bugün sahip olduğumuz pek çok bilginin temellerini atmışlardır.

Bugünkü bilgilerimize göre akustiğin temelinin Pisagor’a ait olduğu düşünülmektedir. Bir telin uzunluğu ile sesin yüksekliği arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak saptayan Pisagor, öğrencilerine belirli melodilerin insan bedeni üzerinde yarattığı belirli tepkileri öğretmiş; doğru düzendeki seslerin iyileşme sürecinde yarattığı hızlanmayı göstermiş, Sokrates ise, müzikal tonların altındaki bilinçaltı etkisini, Aristo müziğin duyguları açığa çıkarmadaki gücünü, Eflatun ise ritmin, insan psikolojisi üzerindeki etkilerini araştırmıştır.  Sonuç olarak hepsi de müziğin ve ritmin alem içinde gezegenlerin hareketleriyle aynı prensiplerle oluştuğunu düşünmüşlerdir. Gezegenler güneşin etrafında belli yörüngelerde dolanırlar yani  tesbih  ederler. Makro alemde gerçekleşen bu olay aynı şekilde mikro alem de de ortaya çıkar. Atom denilen maddenin en küçük yapıtaşında da ortadaki bir çekirdek etrafında elektronlar ritmik ve simetrik olarak dönerler. Dolayısı ile hepsinde bir uyum ve harmoni vardır. Işık ve ses te aynı kurallar çerçevesinde oluşmaktadır. Bu nedenle bir ressamın ya da müzisyenin eserinin hoşumuza gitmesi, aynı simetriyi ve uyumu yakalamış olması gerçeğinden kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Sanırım bir insanı sanatçı yapan şey de, yaratılmış olan da  kozmik uyumu görebilmesi ve bunu eserine yansıtabilmesidir.
Bizler de hayat yolculuğumuzu sürdürürken, her seçim alanında rotamızı çiziyoruz. Yani sonuç olarak şunu söylememiz mümkündür ki, insan eğer insan olmanın gereklerini yerine getirmiyorsa, yani yaradılış gayesinden kopmuşsa, kendi kendisine haksızlık ve zulüm yapıyor demektir. Bu ahlaki zaafiyet sonuçta kendisini,  insanın hem zihni hem de fiziki bedenin de açığa çıkartır. Yani yörüngesinden çıkmakla, haddini/sınırlarını aşmak suretiyle kendine zarar vermektedir.

İnsanın hakikat karşısındaki duruşu ile, sanat karşısındaki duruşu benzerlik taşır. Nasıl ki bir sanat eseri bir şeyi gizlilikten arındırma, açığa çıkarma işlevi görür ise, insan da hakikati görür, anlar, işitir, tecrübe eder. Aslına bakarsak, her sanat dalı aynı hakikat gibi, kendini bir şekilde görünür/zahir hale getirir. Eğer bu bir şiir ise söz ile, resim ise renk ve figür ile ama söz konusu musiki ise, bunun biçimlenişi ses ile olur. Tüm bunlar, insanı etkilemek suretiyle, onda değişik hisler uyandırır.  Bununla birlikte yalnızca hisler uyandırmakla kalmaz, bir tefekküre yol açar ve düşüncenin aydınlanması ile birlikte hakikatin idrak edilmesi süreçlerine de yardımcı olur.

Tasavvuf düşüncesinde ise “makam” Kur’an ayetinden alınmış bir kavramdır ve insanın ahlaki yönden kendini arındırması ve insani kamil olma yolundaki aşamaları ifade eder.
Gerçekçi bir alem tasavvuru oluşmadan, ne hakikat bilinci, ne de sanatsal faaliyetlerin yaradılış ile ilişkisi anlaşılamaz. Dini, edebi ya da sanat ile ilgili olsun her şey yaratılış ile hakikatin değişik görünümleri  olarak aynı gerçeğe işaret ederler.
Dolayısı ile musikideki makam ile yaradılışın ahengi arasında bir bağlantının olduğunu kurgulayabiliriz.  

Yedi kat gökler ile yedi nota sesi, ya da yedi adet çakranın varlığı birbirinden bağımsız olabilir mi?

İlginçtir ki kadim uygarlıkların çoğunda musiki kozmik yani göklerle bağlantılı olarak açıklanırken onun kozmolojik ahenginden bahsedilmektedir. Ahengin en yüksek basamağı Mutlak Varlığın kendisindedir. Ahengin en yüksek basamağında O olunca, hiyerarşik olarak tüm makamlar da ‘O’ tecelli edecektir. Zira ‘O’  ‘OL’ demiştir ve olmuştur. Dolayısı ile olmuş olan şey, bütünlük içinde uyum ve ahenk taşıyacaktır.

İnsanın ruhunda ahenge ulaşma eğilimi yatmaktadır.  Zira Allah, her şeyi belli bir uyum içinde, ölçülü ve  idrak edilebilir  şekilde yaratmıştır. Onun eserlerinde eksiklik ve düzensizlik bulmak zordur. Musikideki ahenk yaradan ile ilgilidir. Düşünün ağlayan bir bebek bile güzel bir ses duyunca hemen sakinleşir. Dolayısı ile makamlar da varlığın tüm alanlarındaki şeylerle ilgili ve ilintili olacaktır.

Tüm dünya da tanınan ‘kanun’ adlı eseri yazan İbni Sina, musikinin insan bedenine etkisini incelemiştir. Tedavinin etkili olması, hastanın aklî ve ruhî dengesini artırmak için çevresinin sevimli hale getirilmesi gerektiğini keşfetmiş, bunun için de musiki dinletmenin en etkili yollardan biri olacağını ileri sürmüştür. Çalışmalarında kaynak olarak sık sık Farabî’ye başvuran İbn-i Sina, müzik notalarının insanın ruh hallerindeki iniş çıkışları temsil ettiğini tespit etmiştir. Ona göre müziği bize hoş gösteren, işitme gücümüz değil; o besteden çeşitli telkinler çıkaran idrak yeteneğimizdir. Yani, müziğin bizde uyandırdığı duygulardır. Razî, Farabî, İbn-i Sina gibi hekimler  musikiyi hastalıkların tedavisinde kullanmayı tecrübe etmişler ve olumlu sonuçlar almışlardır.

Yalnızca musikî biliminde değil aynı zamanda  tıpta, astronomide ve fizik biliminde de engin bir birikime sahip olan Farabî, bu bilimlerin birbirleriyle ilişkisini, özellikle musikinin diğer bilimlerle ilişkisini araştırarak, makamların insana hangi duygu ve düşüncelere etki ettiğine dair bazı görüşler ileri sürmüştür . Bununla da kalmamış, ve makamların günün hangi saatlerinde daha etkili olacağını belirlemiştir . Bugün dahi, camilerde ezan okunurken o vakte uygun makamı tercih etme geleneği devam etmektedir. Sabah vakitlerinde Sabâ, Hüseynî, Öğle vakitlerinde Uşşak, İkindi vakitlerinde Hicaz, Akşam vakitlerinde Irak ve Segâh, Yatsı vakitlerinde ise Rast ve benzeri makamlarla ezan okunmaktadır.

Yedi ana çarkın, yaşam enerjisiyle aktive edilmesinin en etkili yöntemlerinden biri de musikidir. 

Kâinattaki her varlık etrafına ses titreşimi yaymaktadır. Her varlığın kendine has frekansı vardır ve hepsinin  bir notası vardır. Ancak insan bilinen yedi ana notanın hepsine haizdir. Bu yedi nota enerji bedendeki yedi ana çakraya karşılık gelir. Bunlardan, kök çakrası  do, alt karın çakrası re, mide çakrası  mi, kalp çakrası fa, boğaz çakrası sol, alın çakrası lâ, tepe çakrası si şeklindedir. Bu notalar tüm dünyada bilinen ve kullanılan seslerdir. Bu sesler yalnızca nota olarak doğru frekanslarında titreşirlerse, titreştikleri ortamda, kişide yaşam enerjisini aktive ederler. Ayrıca bu sesler kullanılarak doğru ahenk ve armoniyle bestelenmiş eserlerin etkisi ise insan üzerinde daha güçlü bir şekilde etki yaratmaktadır.

Varlık aleminde yaratılan her şey madde ve mana uyum içerisinde hareket etmektedir. İnsan yaratılış gereğine uygun olarak bu ahenge katıldığında ruhen ve fiziki olarak insan olmanın gereğini yapmış ve rotasında ki yerini almış olur.


Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.