2015 Küresel Isınamama Mevsim Şaşkınlığı


29 Nisan 2015 Çarşamba



Çok şükür yaz geldi gibi. Hala gibi diyorum çünkü bir an bir anı tutmuyor. Bir bakıyoruz İzmir günlük güneşlik hemen ardından da fırtına rüzgar tufan... Şehrimi ilk kez bu kadar tutarsız görüyorum. Geçmiş yıllarda 23 Nisanda tatil beldesine gidip havuza girmişliğimiz varken bu yıl gri bir havada karşıladık 23 Nisan'ı. Önümüzdeki cuma 1  Mayıs ve biz balkon sezonunu daha dün açtık. Sanırım küresel ısınma diye diye bir yerlerimizi yırtmışken şimdi de ciddi bir küresel soğuma ile karşı karşıyayız.

Tarihe not: Anımsadığım ve yaşadığım süre boyunca ilk kez Nisan ortasında ülkem karlar altında kalıp yollar kapandı. İzmir'e bile yaz gelemedi bir türlü. Baharı yaşayamadan yaza gireceğiz sanırım.

GELİŞİM EVRELERİNDEN BİRİ;TUVALET EĞİTİMİ


13 Nisan 2015 Pazartesi

TUVALET EĞİTİMİ
 
Her çocuğun belli gelişim durakları vardır ve bu duraklarda oyalanma süreleri çocuktan çocuğa değişir. Bu durakların ilki “diş çıkarma” evresidir.  Ebeveyn için büyük heyecan, gurur kaynağı olduğu gibi aynı zamanda endişe ve kaygılı da bir dönemdir. Çocuğun huzursuz olduğu,  huy değiştirdiği ve fizyolojik olarak tepki gösterdiği bir evredir.
Diğer duraklardan biri “emekleme ve ilk adım” evresidir. Bu süreçte çocuk anne bağımlığından kurtulmakta ve bireyselliğini ispat yolunda ilk adımı atmaktadır. Yine hem ebeveynin hem de çocuğun kaygılı olduğu bir dönemdir. Yeni ayaklanan bir çocuk her an patlamaya hazır bomba gibidir ve çok dikkat edilmesi gerekir. Hem teşvik edilmeli hem de korkmaması ve fizyolojik olarak yara almaması için şiddetli düşmelerden korunması gerekir.
Bence bu duraklardan bir diğeri de “Tuvalet eğitiminin” verildiği dönemdir. Gelişim duraklarından en önemlilerindendir. Çünkü bebeğimiz artık büyümüştür ve algısı tamamen açılmıştır. Bu süreçteki bir çocuğa zorla bir şey yaptırmak artık mümkün olmadığı gibi 2 yaş sendromuna girmiş olan çocuk inatlaşmakta ve sizinle zaman zaman çatışmaktadır. Ayrıca psikolojik olarak bezi terk etmenin sorunsuz olması çok önemlidir. İleride ciddi psikolojik sorunun temeli olabileceği için süreç büyük dikkat gerektirmektedir.
Ve bence bir sonraki durak da “Okula başlama” evresidir.
Şahsi gözlemlerime dayanarak tanımladığım bu duraklardan 3.sündeyiz biz bu aralar kızımla. Aslında belki de biraz aceleci davranarak 4. Adımı üçüncü adımdan önce gerçekleştirdik ve okula adapte olup, uyum sağladık. Elbette oldukça sancılı bir süreç oldu ancak şimdi okulunu ve öğretmenlerini ne kadar sevdiğini ve okulda ne kadar mutlu olduğunu gördükçe doğru karar verdiğime inanıyorum. Okula uyum sağlama ve oryantasyon süreci oldukça zor gerçekleştiren Sudelina, sanırım okuldaki arkadaşlarını da gözlemleme şansı olduğu ve öğretmenimiz Leyla Hanımın da teşviki ile karar verdi ve “Anne ben artık bezlerimi çöpe atacağım” dedi.

Benim bir anne olarak en çok korktuğum süreçlerden biriydi Tuvalet eğitimi süreci. Belki duyduğum olumsuz örnekler belki de algısal nedenlerle (Sudelinanın değişime kapalı olması, eşyalarına fazlaca bağlı olması, gelenekselci olması ve inatlaşması) mümkün olduğunda ertelemeyi planlıyordum. Yani en azından şöyle bir yaz gelsin diye bekliyordum. Belki de kendimi hazırlamayı umuyordum.
Ne mi oldu?
Bez poşetini alıp çöpe attık. Kızıma rengarenk, desen desen onlarca (sanırım 45-50 adet) kilot ve atlet aldık. Bezimizi çıkardık ve kilot giydik.İlk gün olan cumartesi günü sanırım henüz kontrol mekanizmasını kuramaması sebebiyle % 50 başarı sağladık. Daha doğrusu aslında %100 başarı sağladık. Evet ufak tefek kazalar ve tuvalete yetişememeler oldu ama hiç bezini aramadı ve sürece adaptasyonu çok başarılıydı. İlk gece sadece 1 kez kaza yaşadık. İkinci gün çok daha başarılı geçti. Pazar sabahı kahvaltı için dışarıya çıktık ve çıkarken tuvaletimizi de yanımızda götürdük. (lazımlık). Her 20 dakikada bir anımsattım ve tuvaleti olup olmadığını sordum. Olduğunda yaptı olmadığında, olmadığını söyledi ve ve ve günü hiç kaza yaşamadan tamamladık. Gece de aynı şekilde sorunsuz geçti ve kızım şimdi okulda. Okuldaki ilk günün nasıl geçtiğini öğrenmeyi merakla bekliyorum.
Tuvalete alıştırma süreciye ilgili şunu deneyimledim ki:

1.       Çocuğu zorlamadan ve ısrarcı olmadan başlamak gerekiyor

2.       Hatta çocuğun kendisinin karar vermesini sağlamak gerekiyor

3.       Çocuğu teşvik etmek, mümkünse akranlarını gözlemlemesini sağlamak faydalı oluyor

4.       Renkli ve desenli çamaşırlar motive ediyor

5.       Karar veren çocuk için yer fark etmiyor illa sesli renkli oyuncaklı bi dünya para tutan tuvaletlere gerek yok, sıradan bir ikea lazımlığı bile iş görebiliyor.

6.       Ödüllendirme sistemi ve taktir etme müthiş bir motivasyon kaynağı olabiliyor.
7.    Annenin kararlı olması ve beze dönmeyi düşünmemesi gerekiyor,
8.   Gerçekleşen minik kazalarda sabır göstermek şart ve moral bozmamak lazım

Her tuvaletini yaptığında sarılıp birbirimizi öptük ve artık ne kadar da büyüdüğünü söyledim. Tuvalet eğitimine uyumsa sağladığı için teşekkür ettim.  O da “Rica edeyiiim” dedi.

Bir durakta daha başarı ile dinleniyoruz biz ve yeni yolculuklara bezsiz devam etmek istiyoruz.

Pınar SEVİM

13.04.2015

SOSYAL PAYLAŞIM ANNELERİ


9 Nisan 2015 Perşembe

Hayatımın yenilenme dönemindeyim sanırım artık. Bazı güzel değişikliklerin sinyal verdiği heyecanlı bir dönem. Bu güzelliklerden biri de artık http://blog.turkcell.com.tr de yazmaya başlamam oldu. Hemen hemen aynı günlerde yeni bir iş anlaşması yaparak yeniden çalışma hayatına full time dönme kararı aldım.
Veee huzurlarınızda Türkcell Blog'daki ilk yazım...
SOSYAL PAYLAŞIM ANNELERİ
Annelik bir kadının hayatını tümüyle değiştiren ve tamamen bilinmezlerle dolu çok yönlü bir kavşaktır. Bu kavşakta nerede durup, nereye gideceğimiz konusunda ise biz anneler literatür bilgilerine değil, tıpkı bizim yaşadığımız süreci yaşayan diğer annelerin deneyimlerine ihtiyaç duyuyoruz. Gerek tek bir kare fotoğraf gerekse ihtiyaç duyduğumuz konuda yazılmış bir blok, anne-çocuk ilişkimizi yeniden gözden geçirmemizi sağlayabiliyor.

Biz anneler artık instagramanneleri, bloger anneler ya da sosyal paylaşım anneleri olarak tanışıyor, kaynaşıyor, bilgi ve deneyim paylaşıyor, buluşuyoruz. Söz konusu paylaşımlarla, yaşamakta olduğumuz sorunu yaşayan tek kişinin kendimiz olmadığını görerek ve açıkçası biraz da rahatlıyoruz. İçinden çıkamadığımız bir konu olduğunda birbirimize danışabiliyor, beyin fırtınaları yaparak yepyeni ufuklar kazanıyoruz.
Günümüzde teknolojiden uzak kalan bir annenin kaybedeceği çok şey var.
Neden mi?

·        Psikolojik olarak aynı süreçten geçen diğer annelerle paylaşımda bulunma şansını kaçırıyorlar,

·        Çocuklarına dair yaşadıkları sorunları paylaşıp, danışacakları binlerce milyonlarca anne ve anne adayından habersiz kalıyorlar,

·        Buluşup kaynaşacakları ve belki de yaşam boyunca kazanacakları dostlarına erişemiyorlar,

·        Anneliğe dair Eğitim, seminer, kitap, oyuncak, sinema filmi, tiyatro oyunu gibi güncel paylaşımlardan esinlenip yepyeni keşifler yapamıyorlar,

·        Sıkılıp bunaldıklarında onlara yardımcı olacak doktor, psikolog, psikoterapist, danışman ve eğitmen gibi pek çok sosyal medya kullanıcının varlığından haberdar bile değiller,

·        Paylaşımları ile çocukları için ileride büyük bir miras niteliği taşıyacak online bir anılar hazinesi fırsatını kaçırdıklarını da bilmiyorlar.

Günümüzde, teknolojinin hızla ilerlemesi ile birlikte hayatımız ciddi anlamda kolaylaştı. Teknolojinin yaşantımıza kattığı faydanın İletişim sağlamanın çok ötesinde olduğu, yadsınamaz bir gerçek. Artık pek çok konuyu araştırabildiğimiz arama motorları devrinin yavaş yavaş bire bir deneyimlerin ve gözlemlerin paylaşıldığı sosyal paylaşım ortamlarına kaydığını görüyoruz.
Tıpkı John Tudor’un dediği gibi Teknoloji sayesinde teknolojinin kendisi hariç her şeyi kontrol edebilecek güce sahibiz ve anneliği de artık teknoloji ile kontrol ederek kolaylaştırabiliyoruz.

 

PINAR SEVİM

BİRİ BAĞIMLILIK MI DEDİ? ÇOCUĞA BAĞLILIK YA DA BAĞIMLILIK


6 Nisan 2015 Pazartesi


BİRİ BAĞIMLILIK MI DEDİ? ÇOCUĞA BAĞLILIK YA DA BAĞIMLILIK

Bağlılık ve bağımlılık arasında dağlar kadar farklar vardır. Bağlılık, kişinin hem kendisini hem de karşısındaki bağlı olduğu kişiyi mutlu ve huzurlu hissettiren, güven veren bir durumdur. Bağlılık bağı kurulan kişilerin özgüvenlerinin geliştiği ve sıcak bağların kurulduğu muhakkaktır.. Bağımlılık durumunda ise ciddi bir kaygı düzeyi ve kaybetme korkusu, yetememe hissi doğrultusunda öz güven eksikliğine söz konusudur.  Bağımlı kişilerin diğerleri ile kurdukları ilişkiler de sağlıklı değildir.

Tüm bebekler doğduklarında bakıma muhtaç ve çaresizdir. Ve bu bebeklerin hayata tutunmasını sağlayan kişiler de genelde annedir. Bebek doğduğu an itibari ile anneye bağımlıdır ve bu durum beşinci aya kadar devam eder. Ancak bu süreden sonra bebek güvenle bağladığı annesinden farklı odakları da keşfeder ve dışarıya yönelmeye başlar. İlerleyen aylada 88-9. Aylar gibi) yavaş yavaş anne kucağından uzaklaşarak çevreye odaklanmaya, yerde yuvarlanmaya ve hatta diğer insanlardan keyif almaya başlayacaktır. İşte bu süre fiziksel olarak ilk uzaklaşma sinyalleri, adımlarıdır. Kucaktan inme sürecidir bir anlamda ve bağımlılık zırhından kurtulma yolunda atılmıştır bu adım biraz da. İşte bu dönemden sonra artık annenin de bebeğine kendisinden sağlıklı şekilde ayrılması ve bağımsızlığını destekleyici nitelikte davranışlar sergilemesi gerekmektedir. Anneler, bebeklerinin fizyolojik ihtiyaçlarını nasıl önemseyip hemen sorunu gidermeye çalışıyorsa, psikolojik ihtiyaçlarını da bilmeli ve davranış tutumlarını ona göre şekillendirmelidirler.

 Bağımsızlık ilanının akabinde zaman zaman annelerin çocuğun bireyselleşme atağını görmezden geldiğini görüyoruz. Sevgili evladına çok düşkün cefakar anneler çok koruyucu ve bağımlı davranışlar sergileyerek bebeğin bağımlı olması yolunda ilk adımı atabiliyorlar.

Yapınan araştırmalara göre her 100 annenin 10’u çocuğuna bağımlı maalesef günümüzde. Aslında bu oranın da sürekti artması yeni nesil annelerin aşırı kaygılı olmaları ve evlatlarını korumak adına onlar için fazladan adım atmalarından kaynaklanıyor bir nebze de bence. Zaman zaman Sudelina adına benim de benzer girişimlerim olduğunu itiraf etmem gerek ancak parkta sokakta ve evde çok müdahaleci olmadan kendisi yapabileceği konularda destekleyici olmayı tercih etmeye çalışıyorum. Öyle zamanlar oluyor ki anne yüreğimi söküp atmayı düşünüyorum ve yardım istemediği zamanlarda müdahale ettiğimde de kendime çok kızıyorum.

İçinde bulunduğumuz günümüz kronik kaygılı modern annelik çağında ben kesinlikle bağımlılıktan uzak çocuk yetiştiriyorum demek elbette imkansız olsa da mümkün olduğunda kriterlere dikkat edersek en azından sağlıklı olma yolunda çocuklar yetiştireceğimiz aşikar.

Bu kriterler de işte şöyle sıralanıyor:

  •         “O yapamaz, ben onun yerine yaparım .” den vazgeçmek ilk yapılacak olan şey. Bu cümle bağımlı bir annenin en sık kullandığı cümledir demek yanlış olmaz. Bırakalım biz değil de kendisi yapsın. Bizim yapabildiğimizi kanıtlamaya ihtiyacımız yok ancak çocuğumuzun bunu görmeye ve kendisi yaptığının haklı gururunu yaşamaya ihtiyacı var. Bırakalım parkta kendisi tırmansın merdivenleri (tabii ki gerekli önlemleri almak ve güvenliğe dikkat etmek koşuluyla)
  •          “Ya başına bir şey gelirse?” Fazla koruyucu tavır, çocuğun ileride kendi başının çaresine bakamayacak hale gelmesine, yaşadığı zor bir olay karşısında aşırı korku, endişe ve çaresiz  hissetmesine sebep olacaktır. Neden başına bir şey gelsin ki! Biz büyüdük ve başımıza bir şey gelmedi sakin olun lütfen!
  •          “Kendime hiç vakit ayıramıyorum.” Unutmayın ki siz mutlu olmadığınız, kendi fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarınızı karşılamadığınız sürece karşıya olumlu geri dönüş yapamazsınız. Uçaklarda bile öncelikle annenin maskesini takması gerektiğini anımsatırım size. Çocuk oynayacak oyalanacak bir şeyleri siz yanında değilken de bulabilir ve keyifli vakit geçirebilir. Eğer ben olman hiç durmaz ki diyorsanız yine hata sizde demek ki alışması için gereken adımları atmamışsınız. Sudelina ben olmadan hiç durmayan, bana bağlılıkla-bağımlılık sınırında bir çocuktu. Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki onun kendi kendine oyalanması için hiç fırsat vermeyen ve böyle alıştıran tamamen benmişim. Okula alışma sürecinin ne kadar sancılı olduğunu bloğuma yazmaya bile cesaret edemedim. Oul yöneticimizin Sudelina’nın sesi (ağlaması) ile çalışıyoruz demesi hala kulaklarımda. Ancak alışmak zorundaydı/alışmak zorundaydım. Neden mi? Kendime bırakın vakit ayırabilmeyi kişisel bakımımı bile yapamıyordum. Saçları 1000 wolt elektrik akımına kapılmış gibi gezen biri gördüyseniz geçmişte işte o tam da bendim. Ağlıyordum, mutsuzdum ve derinleşmeye bağlayan bir depresyona girdiğimin bilincindeydim. Peki ya Sudelina! O mutsuz annenin mutlu prensesi miydi? Tabi ki hayır elbette ki benden etkileniyor daha da huzursuz oluyordu. Sözün özü demen o ki hayata bir kere geliyoruz ve tek görevimiz anne olmak değil, ayrıca neden sadece anne olmak olsun ki birey olarak ayakta durmaya hakkımız yok mu? Bizim hatamız eskilerde görmediğimiz ilgiyi kendi çocuklarımıza aşırı göstermek sanırım.
 

Peki bizim gibi sınırdaki bağlılık-bağımlılık sınırı) annelerin çocukları nasıl bir davranışlar sergiliyor?

Bu çocuklar tıpkı Sudelina gibi öncelikle okul adaptasyonda zorlanıyorlar. Anneden uzak kalmak istemiyor ve anne sürekli yalnızca ona aitmiş gibi davranıyorlar. Okula  başladıkları dönemde evden ayrılacak, anneden uzak kalacak olmak onlarda yoğun anksiyeteye sebep oluyor. Anneleri ya da babaları olmadan her hangi bir sosyal ortamda bulunmak, sosyal faaliyete katılmak istemiyorlar ve sürekli ebeveynleri yanlarında dolaşsın istiyorlar.

Yine tıpkı Sudelina’da yaşadığımız ve hala zaman zaman yaşamakta olduğumuz gibi uyku zamanlarında sorunlar ortaya çıkıyor. Anneleri olmadan uyumak istemiyorlar ve anne yanlarında olsa da bırakabilir ihtimali ile uykuya dalmamakta ısrarcı oluyorlar.

Başka bir ciddi risk faktörü ise annesi olmadan hiçbir şey yapamayan, yapmak istemeyen çocuklar ileride kurduğu ilişkilerinde de kişilere bağımlı kalabilir ki bu da sosyal hayatlarında kendileri için hiç hoşlanmayacakları sonuçlar doğurabilir.

Haydi ilk adımı atın!

Çocuğunuzun psikolojik gelişim süreçlerini takip edin ve ona göre tutumuzu da değiştirin.

Çocuğunuz ve siz ayrı birer bireysiniz. Onun da sizin de kendinize özel zamanlara ihtiyacı var. Ona ve kendinize bu zamanı oluşturmak için fırsat verin.

Önce siz sonra çocuğunuz! Siz hem fiziksel hem de psikolojik olarak sağlıklı olmadan çocuğunuza sağlıklı yatırım yapamazsınız. Kendinize değer verin, kendinize vakit ayırın.

“Çocuklar düşe kalka büyür.” lafını hatırlayın. Tabi ki bırakın ne hali varsa görsün demiyorum ama sorunları ile başa çıkması için fırsat verin. Destekleyici olun ama üstlenmeyin!

Ona sorumluluklar verin, kendi sorumluklarını yerine getirmeyi öğretin. Sorumluluk almakta zorlanıyor ise ilk başlarda ödül yöntemini kullanabilirsiniz.

 Yol gösterin ama o yolu onun için yürümeyin. Bu defa çocuğunuz nasıl yürüyeceğini öğrenemez.

Pınar SEVİM
06.04.2015
Karşıyaka
 

YENİ NESİL PATOLAJİK KAYGILI ANNELER BURAYA


2 Nisan 2015 Perşembe


YENİ NESİL PATOLAJİK KAYGILI ANNELER
Normal kaygının kişiyi tehlikelere karşı uyarma koruma ve harekete geçirme özellikleri vardır. Aşırı kaygılı durumlarda ise bir kaygı bozukluğundan söz etmek mümkündür… (dip not:1)

Sürekli kaygılı anneler! Bu uyarıya dikkat…

Kaygı, fiziksel belirtilerin de eşlik ettiği, normal dışı ve nedensiz bir aşırı korku hali diye tanımlanabilir. Kaygı bozukluğu olan kişi kendisini huzursuz hisseder ve kötü bir şey olacakmış endişesi taşır fakat bu durumunu açıklayacak somut bir tehdit veya tehlike gösteremez. Anne olarak sürekli çocuğunun hasta olacağını düşünüp önlem alma yoluna giden, yemek yemediği zamanlarda histeri krizine giren, aman bir şey olabilir endişesini çok yoğun hissederek evladının etrafından fır dönen ve çocuğa yaşam alanı bırakmayan fakat en doğrusunu yaptığına da kendini inandıran anneler bu kategoridedir.

Pekii, Bu Kaygı ne zaman patolojik bir durum olur?

Anksiyete/aşırı kaygı kişinin mesleki ve ailevi yaşantısını etkilemeye başlar, kişilerarası ilişkilerinde bozulmalara neden olur, gün içinde sık sık ortaya çıkar ve günün büyük bir kısmını kaplar, kişi bu duygulanımı kontrol edemez ve başa çıkamaz hale gelirse patolojik olmuş demektir.

Lütfen dönüp bir kendinize ve çevrenize bakın. Sayın bakalım kaç tane patolojik kaygılı ebeveyn (özellikle de anne) ile karşılaşacaksınız.

Ben saydım. Çoook çıktı, devam etmedim bıraktım. Düşünün bakalım sizin çocuğunuza yönelik yüksek endişeleriniz mesleki, sosyal ya da ailevi yaşamınızı etkilemiyor mu? Akşam eşiniz eve geldiğinde rahat ve neşeli olabiliyor, işinize gönül rahatlığı ile gidebiliyor musunuz?

( Bu semptomların yanında huzursuzluk, gerginlik, tedirginlik, sıkıntı, daralma, çabuk yorulma, konsantrasyon zorluğu, kolay irkilme ve tetikte olma da gözlemlenir. Anksiyete esnasında görülebilecek psikosomatik reaksiyonlar ise; baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, ağız kuruluğu, çarpıntı, nefes darlığı, muhtelif ağrılar ve gastrointestinal şikayetlerdir. )

Korkular ve kaygılar gündelik yaşamda sıklıkla gösterdiğimiz tepkilerdir. Örneğin evimizde sessiz bir ortamda otururken birden çocuğumuzun odasından gelen bir ağlama sesi duyduğumuzda irkilmemiz ve derhal oraya yönelmemiz ya da bir iş görüşmesine giderken tedirginlik duymamız olağan tepkilerdir elbette. Ancak durup durup uyuyan çocuğun odasını kontrol etme isteği duymamız, sürekli nefesini dinlememiz, evladımızın gelişimini kontrol altında tutmak için aşırı derecede titizlenmemiz ve diğer çocukların gelişimleri ile kıyaslamamız, yemediğinde ve uyumadığında mayına basmış gibi tepki vermemiz ve “o yemek yenecek” “o tabak bitecek” “aaa 2 saniye televizyon izledi eyvah” diye kendimizi parçalamamız sizce de biraz aşırı değil mi?

Ben misafirliğe gittiği evde televizyon açıksa kapattıran anne tanıyorum 2 yaşındaki oğlu televizyonla tanışmasın diye ve asla şeker tükettirmeyen, es kaza olur da  glikozlu bir şey tüketirse kendini yiyip bitiren. (Sevgili güzel anne seni yargılamak için yazmıyorum yanlış anlama sakın, okuduğunu biliyorum seni ve minik Güçlü’yü çoook seviyorum), Oğlu o hafta balık yemedi diye kendini üzen ve strese giren de bir komşum var (bu yazı sana ithafen Tuğbacım sen rahat olduğunda hepimiz rahat olacağız seni  seviyorve minik Rüzgar'a bayılıyorum). Çocuk oldukça sağlıklı ve de çok yakışıklı kendini üzme annesi J sen mutlu ve rahat olduğunda o daha da sağlıklı ve huzurlu bir erkek olacak.

Kaygının çocuk yetiştirmede elbette faydası da var. Özellikle de tedbirli olmak adına önemi kesinlikle yadsınamaz.

Minimum kaygı yaşayarak, sağlıklı nesiller yetiştirebilmek dileğiyle.

Dipnot 1: aktuelpsikoloji.com

Pınar SEVİM

03.04.2015

KAYGILI ANNELER VE UYUMSUZ BEBEKLER/ Yemiyor, Uyumuyor, Durmuyor


PATOLOJİK KAYGILI ANNELER VE UYUMSUZ BEBEKLER

Nasıl da telaşlı endişeli kaygılı bir anneler güruhu peydah oldu günümüzde. Kime dönüp baksan en mükemmel anne olmak için yaraşıyor neredeyse. Herkes dört dörtlük, en sağlıklı, en aktif, en sosyal, en akıllı&zeki, en girişken çocuğun annesi olmak için parçalıyor kendini.

Sanırım biraz da sütten ağzım yandığından öğrenmeye başladım ben azıcık da olsa rahat olup çocuk gibi çocuk yetiştirmeyi. Benim de endişe sınırım öyle pek altlarda olmasa da pik durumda da değil şu günlerde.

Dönüp bakıyorum da tam iki buçuk yıl boyunca ne çok parçaladım ne çok yordum hem kendimi hem de kızımı. Heyecanla başlayan ancak Mekonyumlu olduğu anlaşılması üzerine sezeryana dönenbir doğumun ardından yükselen endişe ve stress düzeyi 40 gün boyunca emzirmek için prolaktin denen meret ile verilen mücadele sonrası iyice tavan yapmıştı bende. Akabinde aylarca uyku problemi yaşayan (hala sosyal hayattan kopup uykuya dalmamak için micadele veriyor) gazlı, burnu sürekli tıkalı ve hasta bir Sudelina profili eklendi hayatımıza. Biberon mamasını bırakmamız ile yepyeni nur topu gibi kocaman bir sorunumuz daha olmuş oldu "yemek yemeyi reddetme". Varın düşünün bendeki endişeyi stressi kaygıyı...

Her annenin, her bebeğin hikayesi bambaşka. Benim hiç yaşamadığım öyle ciddi sorunları olan anneler var ki, bir de benim yaşadığım sorunların adını bile bilmeyen diğer anneler. Kimisi evladının aşırı haraketli olmasından şikayetçi, kimisi kendisine aşırı bağlı/bağımlı olmasından. Bazıları benim gibi uyku/yemek sorunundan muzadarip, bazıları da aşırı sinirli/öfkeli olup sosyal ortamlarda sorun yaratmasından.

Her annenin mizacı nasıl farklı ise her çocuğun da karakteristik özellikleri olduğunu/olabileceğini unutuveriyoruz zaman zaman. Hepimiz sakin, uyumlu, sosyal, girişken, faal, yemeği uykusu sorunsuz, hasta olmayan/daha az hasta olan çocukların ebeveynleri olmayı hayal ediyor ve sanırım bunun için çocuklarımızı da biraz zorluyoruz.

Bir Montessori akımıdır almış başını gitmiş. Hepimiz kendimizi çocuğumuzun bu akımın gerekliliklerini yerine getirmesi konusunda şartlıyoruz. İyi hoş elbette çok güzel de tek akım tek yöntem bu mu? Çoklu Zeka Kuramı ...vb araştırmak yerine duyduğumuz her şeyi çocuğumuz üzerinde deniyor ve başarılı olması için de ısrarcı oluyoruz.

Kendimi de işin içine sokarak soruyorum sevgili anneler, hangimiz çocuğumuzu diğerleri ile kıyaslama hatasına düşmüyoruz?

Ahh bir sakin olabilsek! Ah bir dışarıdan bakabilsek kendimize belki de nasıl da komik bir palyaço gibi çocuğun etrafında dört dönüp kendi hayatımızı ıskaladığımızı göreceğiz belki de.

Sevgili Anne... Dur! Sakin Ol!!

Senin o eşsiz muhteşem biricik evladın ve annelik duyguların var ya, işte ondan dünya üzerinde yumurtlayabilen her kadında mevcut. Gelmiş geçmiş ve gelecek her doğurgan kadın senin hissettiklerini hissetti, hissediyor ve hissedecek. Yani bizim o etrafında "aman bir şey olmasın" diye kendimizi parçaladığımız ve aslında özgüveni için yapması gerekli olan şeyleri bile o yorulmasın diye yaptığımız evladımız var ya, işte bizim ondan başka da bir hayatımız var farkında mısınız?

Hiç kimse "Anne olduktan sonra" değiştiğini inkar edemez elbette ama pek çok kişi anne olduktan sonra çok ciddi anlamda sinir stres ve kaygıya büründüğünü fark etmiyor bile.

Sevgili anneler, inanın yemeyince ölmüyor çocuk. Nerden mi biliyorum? Denedim gördüm. 3 gün aç kalınca dördüncü gün yemeğe saldıracağını onlarca kişiden (pedagog, psikolog, psikoterapist) dinlemiş, onlarca kaynaktan okumuştum. Ama oluyordu işte! Israr etmeden, yedirmeden rahat edemiyordum. Ahh bu hafta protein bilmem nesinden bilmem ne kadar yemedi diye çok not düşmüşlüğüm var ajandalarıma. Ya o çocuk o yemeği ya yiyecek ya yiyecekti!! Ya da Yiyecek!!!
Ne mi oldu? Wallahi yemedi. Yediyse de burnumdan getirdi, kustu. Peki ya ne değişti. Hiçbir şey değişmedi Sudelina kanalında sadece ben değiştim. Yemeğini yemesini öneriyorum artık yiyip yememe onun kararı. Yemiyor mu? Aklima Afrika'da onca açlığın içinde ayakta kalan çocukları getiriyorum. Çocuğun sadece gıda maddeleri ile değil sevgi ve su ile de besleneceğini düşünüyorum. Bir kaç gün yemeyince ölünmeyeceğini bunun bir disiplin olduğunu ve ileride daha sağlıklı olması adına ısrar etmemem gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Ve elbette yemek yemediğinde abur cubur yemesine de izin yok. Diğer yandan okula başlamış olması da Sudelina'nın ciddi anlamda gelişimini destekledi.  Belki orada diğer çocukları gözlemleme şansı olması belki de benden bağımsız olduğunda nazlanmaması ya da okulunu çok sevmesi, sebep her ne olursa olsun ana okulu bizim öncelikli sorunumuz yemek konusunda ilerleme kaydetmemizi sağladı. Belki de tek etken benim konuya artık daha disipliner bakıyor olmamdır kim bilir.

Demem o ki anneler, stres ve kaygı duymaktansa biraz daha disiplinli olmayı denememizde fayda var. Yemiyorsa uyumuyorsa durmuyorsa belki de tek ihtiyacı olan şey annesinin sakin olması ve disiplin uygulamasıdır.

Pınar SEVİM
03.04.2015
İzmir

© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.