EBEVEYNLİKTE “MÜTHİŞ PSİKOLOJİ” VE SINIRLAR


24 Mart 2021 Çarşamba

 EBEVEYNLİKTE “MÜTHİŞ PSİKOLOJİ” VE SINIRLAR


“Annemin sözünü dinlersem bana aferin der.

Sofrayı kaldırmaya yardım edersem beni alkışlar.

Ağlarsam çok kızarlar ama dediğimi yaparlar.

Oyuncağımı fırlatırsam dikkatlerini çekebilirim.

Ödevlerimi yaparsam ödüllendirilirim.”

Başarılı olursam sevilirim.

Uslu durursam istediğimi elde ederim.

Çocuk giderek bir takım davranış kalıplarını olmazsa olmaz kabul eder ve içselleştirir.  Dolayısı ile bebekliğindeki gibi doğasına uygun değil etrafına (anne baba tutumlarına ve sosyal kültürel çevresindeki moodellere) göre tutum ve davranış geliştirir. Yani “Dışarıyı yönetmek için içerideki seçimleriyle oynar”. 


Sorarım size: Hedeflerine ulaşması için şarta bağlı tercihler yapmak zorunda kalmış ve hiç kendisi olmayı deneyimleyememiş bir çocuğun mutlu, sorumluluk sahibi, ne istediğini bilen ve gerektiğinde “hayır” diyebilen bir yetişkin olması mümkün mü?


Peki kültürel olarak başkasına hayır demenin ayıp olduğu bilinciyle yetiştirilmiş bir toplumun kişisel sınırlar ve hakların korunması konusunda çok da becerikli olmayan ebeveynleri olarak çocuklarımıza kendi sınırlarını korumayı, başkasının kararlarına bağlı olmaksızın bireyselleşmeyi öğretebilir miyiz? Biz ebeveynler kendi sınırlarımızı biliyor ve koruyor muyuz?


Çocukluğundan beri kişisel sınırları tanınmamış, özel alanına saygı gösterilmemiş, kaybetme ve reddedilme korkularına yenilerek kendini ortaya koyamamış, sorunlardan kaçınmaya çalışıp her talebi kendine görev edinmiş, fedakarlığı bedeninin bir refleksine dönüştürmüş bireyler olarak çocuklarımızın sınırlarını nasıl tanıyıp koruyabiliriz?


Hani hep diyorum ya önce ebeveynler kendilerine çeki düzen vermeli, kendilerini tanımalı diye… Kendini ve sınırını bilmeyen anne babaların çocuklarının da sınırını ihlal etmesi  işten bile değil aslında. Haklı olarak soracaksınız bana, iyi ama nasıl diye!? İşte farkındalık, aydınlanma ve değişim bu soruları sorarak başlıyor ve zorlu bir süreç bizleri bekliyor sınır koyma konusunda.


Diğer yandan kendi sınırları fazlaca ihlal edilen ya da kendisi mahrum kalan ebeveynlerin sınırsızlığı da dikkat çekiyor. Çocuğuna hiç görev ve sorumluluk vermeyen, her şeyi çocuğunun yerine üstlenen, hiç ağlatmadan çocuk büyüten ebeveyn sayısı da günümüzde giderek artmakta. Yani bazen vur diyince öldürüyoruz galiba.


Çözüm mü? Öncelikle kendi sınırlarımızı kontrol ederek başlayabiliriz mesela… Verdiğimiz kararlarda ne kadar başkasını kırmamak adına adım atıyor ne kadar isteyerek yapıyoruz diye sorgulayabiliriz. Peki ya ne kadar toplum için acaca? İçinizden gerçekten çocuğunuz için görkemli bir parti düzenlemek mi geçiyor yoksa tüm yorgunluğu ve hengamesi size ağır gelmesine ve anlamsız bulmanıza rağmen herkes yapmanızı beklediği için mi yapıyorsunuz? Gerçekten çocuk sahibi olmayı mı dilediniz yoksa yaşınızın geçiyor olması ve toplumsal baskılar mı etkili oldu kararınızda. Çocuğunuz kendisini yerden yere atıyor diye mi alıyorsunuz o hiç de ucuz ve gerekli olmayan oyuncağı yoksa çocuğunuz da sınırlarınızı mı ihlal ediyor acaba? Gerçekten işe giderken evinden aracınızla alıp ofise kadar götürmek sizin tercihiniz mi iş arkadaşınızı, yoksa hayır diyememiş olmanın bedelini ödüyor olabilir misiniz?


Her bireyin olduğu gibi biz de sevilmek, değer görmek, fark edilmek, kaybetmemek ve reddedilmemek isteriz. Eleştirilmemek, değer gördüğünü hissetmek, kendimizi göstermek için çabalar dururuz. Çocuklarımız da bizlerle aynı beklenti ile doğar ve büyürler.  İşte bu nedenle de çocuklara “Eğer bunu yapmazsam annem bana kızar, eğer öyle davranmazsam bir daha sevilmem” şemaları oluşturmamak adına koşulsuz sevgimizi her fırsatta ifade etmemiz önemli. 

Ne mi yapmalı;


  • Başarısız olduğunda, savruk davrandığında, yanlış yaptığında cezalandırıldığı ve değersiz olduğunu düşünmemeli hiç bir çocuk. 
  • Verdiği kararlar öfke ile değil sevgi ve şefkat ile dinlenmeli.
  • Çocuk hoşlanmadığı, sevmediği ve kendisine uygun görmediği hiç bir şey için zorlanmamalı.
  • “HAYIR” dediğinizde hayır olduğunu anlaması için “Hayır!” dediğinde sınırları zorlanmamalı.
  • Tercihleri kendisi yapamayacak kadar küçükken alternatifler sunulmalı çocuğa. (Köfte mi yemek istersin yoksa çorba mı diye sorabilirsiniz mesela) 
  • “Akademik başarı” ve sevgi sözcükleri yan yana kullanılmamalı. Çocuğun başarısı toplumdaki diğer bireyler ile asla kıyaslanmamalı.
  • Çocuğu değil “emeğini” övmeli, çocuğu değil “hatasını” düzeltmeli. Eleştiri asla kişiliğine olmamalı, durum ve konuya dair eleştiri yapıldığı mutlaka vurgulanmalı.
  • Çocuğun istek ya da ihtiyacı alınacak ise bu ödül olarak sunulmamalı.
  • Ceza olmamalı. Hele ki duyguları, tercihleri için asla cezalandırılmamalı çocuk. 
  • Ebeveyn sınırları belli olmalı ve çocuktan bu davranışa uyması beklendiği bildirilmeli.
  • Anne ya da babanın kişisel tercihleri mutlaka dikkate alınmalı, saygı duyulmalı ve çocuğun ihlal edemeyeceği mutlaka öğretilmeli. 
  • Çocuğun yaptığı olumlu davranışlar eşler arasında çocuğun duyacağı şekilde ama birbirlerine dönerek ifade edilmeli, çocuk sadece onaylandığına şahitlik etmeli. 
  • Olumsuz davranışlar topluluk önünde ya da diğer ebeveynin yanında dile getirilmemeli.
  • Kısacası çocuk sınırları bilmeli, değerli hissetmeli ve onaylanmalı.


Onaylanmayan, değerli hissetmek için neden bulmak zorunda kalan, birilerine yaranarak ya da fayda sağlayarak sevildiğine inanan bir çocuğun sınır koyması da, öz benliğini koruması da “hayır” diyebilmesi de düşünülemez.


Not: Değerli anne & baba lütfen önce kendine bir iyilik yap ve destek yayınlarından çıkan “Müthiş Psikoloji - Hayır Diyebilme Sanatı / Sınırların Kadar Özgürsün”  kitabını oku! O zaman beni daha iyi anlayacak, kendini ve sınırlarını tanıyacak ve çocuğuna daha faydalı olacaksın!


Pınar Yeşiltay Sevim


KAYGINI TANIYOR MUSUN?


KAYGIMI TANIYORUM

Günümüz bireyleri kadar gençler ve çocuklarda da kaygı bozukluğunun yaygın olarak görüldüğüne şahit oluyoruz. Bunun nedenini bir yandan yaşam tarzlarımızda meydana gelen değişiklik olduğu kadar diğer yandan tüketim alışkanlıklarımızın değişmiş olması olarak görüyorum. Yani ekonomik gereksinimlerin ciddi anlamda arttığı, teknolojik aygıt modellerine göre kişilerin statülere ayrıldığı, lüks tüketimin pompalandığı ve bu kadar tüketim odaklı yaşam için para kazanmanın öneminin kat be kat arttığı dönemlerdeyiz. Sosyal medyanın her daim hayatın toz pembe kısmını yansıtması, insanların ekonomik durumlarına ya da statülerine göre sınıflandırılması, mutlu olmak için “sahip olmak” gerektiği algısı gibi nedenlerin kaygı bozukluklarında önemli rol aldığını düşünüyorum.

Asında kaygı bozukluğunu tanımlamadan önce kaygı sözcüğünü tanımlamak gerekir: KAYGI hayatımızdaki duygular yelpazesindeki renklerden biri yani bizim duygumuzdur ve bizi tehlikelerden korumakla görevlidir. Gerçekte var olmayan ama gerçekleşmesi halinde bizim için tehlikeli olabilecek durumlara karşı bizleri uyarır. Dolayısı ile kaygı aslında yaşamımızda bir düzeyde olamsı gereken bir duygudur ancak süreklilik kazanmış bir halde ve rahatsız edici boyutlarda ise bir uzmandan yardım almak gerekir.

Kaygı bozukluğunun biyolojik ve psikolojik alt yapısı vardır ve biraz da kişi mizacı ile ilgili bir durumdur. yani doğuştan mizacı rahat olan birinin daha az kaygılanması muhtemeldir. Ayrıca genetik kodlar aracılığı ile kaygının aktarıldığı artık bilimsel olarak bilinmektedir. Yani anne babadan biri ya da ikisi de kaygı bozukluğu yaşıyorsa çocuklarda da kaygı bozukluğu yaşama olasılığı artacaktır. Yapılan araştırmalara göre kaygılı ebeveynlere sahip olan çocukların kaygı problemlerini daha sık yaşadıkları gözlemlenmiştir. Diğer yandan kişinin psikolojik olarak rahat ya da kaygıya meyilli olması da etkilidir. Ancak unutulmamalıdır ki çok güzel bir çocukluk geçirmesine ve daha önce herhangi bir psikolojik sorun yaşamamasına rağmen hayatının ilerleyen dönemlerinde eşinin, işinin, sosyal çevresinin, medyanın ve toplum baskısının etkisi ile de psikolojik problem yaşayabilir. 

Sosyal çevrenin çocuğun/bireyin sorunlarına neden olabileceğini söylemiştim. Bu sosyal çevrenin en önemli ve hatta ilk önemli basamağı elbetteki ebeveyndir. Ebeveyn çocuğun psikolojik alt yapısını oluşturmaktadır. Anne babanın yaklaşımı çocuğun hayata bakışını şekillendirir. Anne baba tutumlarımlarının çocuğun anlık ya da gelecekteki sorunlara yol açabileceği unutulmamalı doğru ebeveyn tutumları sergilenmelidir. Bizlerin yetiştirildiği nesillerde daha sık gördüğümüz baskıcı ebeveyn tutumları günümüzde azalsa da şimdilerde de “akademik baskı”, “başarı, performans baskısı” şeklinde kendimi göstermeye devam ediyor bir anlamda. Kimse çocuğunun daha az başarılı, daha az sosyal, daha az girişken, daha az yaratıcı ya da inovatif düşünceye sahip olmasını kabul edemiyor. Bir çok anne baba çocuğunu “En” olarak görmek için çocuğa ciddi anlamda baskı uyguluyor ve hatta çocukluklarını yaşamalarıma müsade etmiyor. Bu çocuklarda genellikle içe kapanma, performans kaygısı, sınav kaygısı, öz güven zedelenmesi ve zaman zaman da sorunları şiddetle çözme eğilimi olduğunu görebiliyoruz. Anne babanın beklentileri karşısında çaresiz kalan, beklentiyi karşılayamaması halinde aldığı karneyi eve götüremeyeceği gerekçesi ile intihar eden çocukların haberlerini okuduk geçmiş senelerde. Şimdilerde online eğitim olması ve pandemi dolayısı ile karne verilmemiş olması bir anlamda avantaj oldu belki de baskıcı ebeveynlerin çocuklarına göre.

Bir de baskıcı ebeveynlerin aksine tavizkar ebeveynlik modelini benimsemiş aileler vardır ki ne yazık ki bu çocuklarda herkesin kendisine tıpkı anne babasının davrandığı gibi davranmasını, taviz vermesini, her istediklerinin olmasını beklerler. Dolayısı ile bu çocukların da sosyal hayatlarında mutlu ve huzurlu olmaları her zaman mümkün olmayacağı için kaygı bozuluğu da dahil olmak üzere bir çok soruna açık olacaklardır. Aşırı koruyup kollayan, çocuğun arkasını her daim toplayan ebeveynlerin çocuklarının da kendilerini sürekli tehlikede hissetmesi kaygı ve özgüven sorunlarının temelini oluşturabilmektedir. Son olarak mükemmeliyetçi anne baba tutumlarında da çocuk hiç bir zaman gerçek anlamda tatmin olamayacağı, hazzı yaşayamayacağı için sürekli mükemmel olma, birinci gelme kaygısı ile baş başa kalacaklardır. 

Sonuç olarak ‘Kaygı’nin tek bir kaynağı ya da noktası olmadığı gibi anne babanın tutum ve davranışları ile yakından ilgili olduğun unutulmamalıdır.

İçinde yaşadığımız Covid-19 süreci, geçtiğimiz aylarda ard arda yaşadığımız doğal afetler, küresel anlamda yaşanan ekonomik dalgalanmalar, istihdam sorunları ve görünür olmakla birlikte tüketimin pompalandığı 21.yy da kaygılardan uzak kalabilmek oldukça zor. Elden gelen mümkün olduğumuzca kendimizi geliştirmek, bilinçli ebeden olmak, medya uzağına düşmemek için strateji geliştirmek, ayağını yorganına göre uzatmak ve bilinçli ebeveyn olmak olsa gerek.

Not: Kitap önerisi ve kaynakça  "KAYGIMI TANIYORUM"

Yazar: Ayhan ALTAŞ

Yayın Evi: Cenevre Fikir Sanat

Yenilme Psikolojisi Üzerine Kitap Önerisi


 OYUNU KAYBETME PSİKOLOJİSİ

"Her Koşulda Nazik Olmak Üzerine Bir Hikaye”


Çocuğun asıl ve tek işi oyun oynamaktır. Çocuk oyun oynayarak büyür ve gelişir.  Oyun oynarken çocuk pek çok bilgi ve beceri kazanır. Organize olabilme, kurallara uyma, sabretme, stratejik düşünme ve planlama ve müzakere becerileri kazanımlarının başında gelir. Hayatı oyun aracılığı ile deneyimleyen çocuğun ruhuna dokunan ve iyileştiren bir terapötik süreç olarak görebiliriz aslında.


Oyun oynarken çocuğa net talimatlar verilmesi, anlaşılır ve kısa cümlelerle hitap edilmesi gerekir. Aynı zamanda çocuklar oyun oynarken talimatlara uyma, sosyal uyum becerisi geliştirmeyi oyun aracılığı ile öğrenirler. Yaş grubuna göre çocukların oyunları ve oyuncakları farklılaşsa da akranla oynan her oyunun kendi içinde belli kuralları vardır. Bu kuralları zaman zaman çocuk belirler  ya da kuralları belli oyunlar tercih edilir. 


Rekabet ve performans gerektiren oyunlarda kazanan olmak her çocuğu tatmin eder. Oyun kazanmak ile yetişkin hayatında büyük bir başarı elde etmek arasında fark yoktur. Kazanma motivasyonu güçlü bir motivasyondur ve çocuk her zaman kazanan olmak ister. Bu nedenle çocuğa kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğu öğretilmelidir. 


Bazı anne babaların sadece çocuk memnun olsun diye sürekli kurallarına uygun oynamasa da çocuğun kazanmasını sağladıklarına şahit oluyorum; böylece çocuğa hayatta her şey emek vermesen bile senin olmalı mesajını verdiğini fark etmiyor ebeveynler. Oysa hayatta her kulvarda başarı ve kazanmak mümkün değil. Daha doğrusu hayat toz pembe değil ve sizin kıyamadığınız o biricik evladınız anaokulunda, ilkokulda ve ilerleyen yaşlarda her zaman rekabetle karşı karşıya kalacak ve siz ona kazanmak için kurallara uymak, emek vermek, çaba sarf etmek ve özenmek gerektiğini öğretmezseniz ne yazık ki aldığı her yenilgi de daha fazla örselenecek, daha zor baş  edecek. 


Çocuk hassasiyetle hem kazanmayı hem de kaybetmeyi öğrenmelidir diyor yazar “Leo Oyun Kaybetmeyi Öğreniyor” kitabında. Babası ile kutu oyunu oynayan Leo’nun kazandıkça ve övgüler aldıkça sportmenlik göstermeye devam ettiğini ancak kaybettiğinde işlerin değiştiğini anlatıyor. Kaybettiğinde yenilgiye bazı kabul edilemez tepkiler veren bir evlat yetiştirmemek ve çocuğunuzun gelecekte karşılaşacağı yenilgilerde baş edebilmesini sağlamak için Sola Unitas yayıncılıktan bu kitabı ve hatta serinin tüm kitaplarını almanızı öneririm. Sonuçta ne mi oluyor: Leo oyunu kazanmıyor ama nezaketle oynadığı için kendisi ile gurur duymayı öğreniyor.


Kitap arka kapak yazısı:


"Her Koşulda Nazik Olmak Üzerine Bir Hikaye”


Leo Oyun Kaybetmeyi Öğreniyor'da Leo, oyunu kazanamadığında üzülmesinin çok doğal olduğunu, ağlamanın veya bir şeyler fırlatmanınsa yanlış bir davranış olduğunu öğreniyor. Bazen kazanırsınız, bazen kaybedersiniz. 

Leo Oyun Kaybetmeyi Öğreniyor, sosyal durumları veya arkadaşlığı anlamak isteyen küçük çocuklara yönelik olumlu bir mesaj ve tavsiye taşıyan renkli ve eğlenceli bir kitap.

OĞUZHAN ÖZKAYA DENEYİM, MUTLULUK VE BAŞARI OKULLARI


11 Mart 2021 Perşembe

 MUTLULUK, DENEYİM VE BAŞARI OKULU


Bugün sizlere çok farklı bir okuldan bahsedeceğim. Köy Enstitülerini model almakla birlikte 21.yy becerilerini de ekleyerek farklı bir kampüs oluşturmuş olan Oğuzhan Özkaya Eğitim Kurumları Güzelbahçe-Seferihisar arası Yelki mevkinde bulunan kampüslerini ziyaret etme imkanım oldu.
Özellikle konu eğitim ve eğitim kurumu olduğunda çok titiz davranırım. Dün kampüsü gezerken her şeyi bir bir inceledim ve kendime hep kızımı burada okutmak ister miyim diye sordum. Çocukların mutlu olup olmadıklarını, keyif alıp almadıklarını gözlemledim.
Gerçekten farklı bir deneyim oldu zira yüksek topulu ayakkabılarımla büyük ve küçük baş hayvancılığın yapıldığı alanlara, binicilik derslerinin yapıldığı yerlere, haralara, tarım arazilerine daldım. Hatta bu da yetmezmiş gibi marangozhane, tekstil atölyesi dolaşıp uçağa bile bindim. Durun daha bitmedi helikopterle de uçtuğumu eklemeliyim. 




Oğuzhan Hoca’yı KanaL Ege Tv’de yaptığım Okuyananne İle Adım Adım programımın konuğu olması dolayısı ile tanıdım ve programda bahsettiği ve o an gerçekliğinden şüphe duymasam da hayal etmekte zorlandığım eğitim modelini görmek için kurumunu ziyaret ettim.


Hayvancılıktan tarıma, üretimden satışa, inovasyondan tasarıma, yüzmeden biniciliğe öğrencilerine farklı imkanlar sunuyor. Örneğin çocuğunuzun ilgisi varsa sivil havacılık dersleri alıp uçuş sertifikası ile mezun olabiliyor. Mutfak sanatlarına ilgi duyanlar için mutfak atölyesi mevcutken, seramik sanatlar ve görsel sanatlar için kocaman bir otobüsleri var ve otobüsü derslik yapmışlar.  

(Burası uçağın içinde hazırlanmış teknoloji derslikleri)




Teknoloji, kodlama, robotik, uçuş simülasyonu derslikleri ise A 310 Airbus uçak. Evet evet gerçek bir uçak. Kokpit alanı bile olduğu gibi orijinal korunmuş bir uçağı indirmiş Oğuzhan hoca kampüsün ortasına ve “Öğrenci isterse bu okulda bahçeye uçak bile iner” diyor. Öğrenciye inanan, motive eden ve destekleyen yaklaşımı bu yoğunlukta başka bir kurumda görmedim. Hani para ile alınamayacak deneyimler vardır ya işte o deneyimleri bu okulda edinmek mümkün. Elbette çocuğunuz için bir çiftlik alabilir, uçuş dersleri planlayabilir ya da tarım arazisi kiralayabilirsiniz, ama çocuğunuz için okulda buzağı doğumunu deneyimleme, arkadaşları ile tavuk yemleme, yumurta toplama ve hatta pazar kurma deneyimini para ile temin etmeniz imkansız. 


Uçağın içinde bir teknoloji atölyesi



Size okulun ziyaret ettiğim hayvancılık alanından bahsetmiştim ya, işte orada; 

3 Manda, 3 sağımlık ve 6 besi ineği, 3 at, 2 kangal köpeği, 33 koyun, 22 keçi ve 500 tavuk ve örnek var. Yani hani şu klasik hayvan ayaklarına ilişkin problemlerde çocuklar hep sorar ya o hayvanın kaç ayağı var diye bu okulda o hayvanların ayaklarını gözlemleyip çözüyor çocuklar soruları. Hatta 1000’lik kuluçka makinası ile 21 günde bir 600-650 civcivin doğumuna şahit oluyorlar. 17 kovanları ve arıcılığı da deneyimleyip kendi ballarını üretiyorlar. 



Tabi bu kadar sosyal olunca ister istemez aklıma bu okulun akademik başarısını sorgulamak ve fiyatlarını öğrenmek geldi. Zira bunca sosyalliğe akademik desler aksıyor olabilir ya da bu imkanları sağladığı için yüksek bütçe gerektirebilirdi. Şunu belirtmeliyim ki Türkiye’de akademik başarısı İzmir ortalamasının üzerinde, her yıl 30 civarında tıp fakültesi kazanan öğrencisi olan ve hatta bazı değerlendirme kurumlarında Türkiye’de akademik anlamda ilk 13 de gösterilen bir kurumdan bahsediyoruz. Öğrencileri için bire bir dersler planlayıp projeler üreten ve neredeyse her 8-10 öğrenciye 1 öğretmen düşen bir kurum. Okulun toplam 4500 öğrencisi (farklı kampüslerle birlikte) 500 öğretmeni mevcut ve fiyatları il genelindeki okul ortalamalarına yakın. Yani gözünüz korkmasın. Çocuğunuzun yeteceğini keşfetmesi ve başarısı için tercih edebileceğiniz okullardan biri.














© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.