AYNADAKİ BEN


28 Kasım 2016 Pazartesi


Farklı bakış açılarını ve yüksek enerjili insanları çok seviyorum.
Bu günkü konuğum kitabının Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığım Burcu Adal Köse. İnanılmaz güzel  enerjisi olan güzel insanlardan biri. İlk eseri Aynadaki Ben ile ilk tanışanlardan biriyim. Kitabın yayına hazırlanmak için bana gelmesi kesinlikle bir tesadüf değildi, olamaz. O gün pek çok aydınlanma yaşadım hayatımda.
Haydi gelin Burcu Adal Köse'yi ve Aynadaki Ben'i yakından tanıyalım.

Çok yönlüçok enerjik bir kişiliğiniz olduğunu biliyorum. Sizinle çalışmak hem çok keyifli hem de çok öğretici oldu şahsım adına lütfen okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?

Öncelikle çok teşekkür ederim. Sizde öylesiniz. Her şey çok karşılıklı. Biz bir yansımayız zaten. Sizinle de çalışmak çok keyifliydi. Ben aslında oyuncuyum. Tiyatro ve dizi oyunculuğu yaptım. Yaratıcı drama dersleri verdim, çocuk tiyatro severlere. Ancak şu ben kimim sorusunu hep sordum. Maharaj’ın, maharshi’nin yada osho gibi değerli guruların sorduğu ve cevaplandırabildikleri gibi ben de bu sorunun cevabını aradım hep. Araştırdım. Okudum. Ve uygulama çalışmalarına ağırlık verdim. Kişinin kendini tanıması ve bilmesi yolunda en önemli soru ben kimimdi. Ve Aynadaki Ben böyle çıktı.

Her çıkan yeni kitabı bir doğum olarak görüyorum ben, sizde kitap yazma fikri nasıl doğdu? Kitabınızın doğum vaktinin geldiğini nasıl anladınız? Yazma süreciniz sancılı oldu mu?

Biraz evvel ilk soruda değindiğim gibi “ben kimim”in cevabını arıyordum. Düşünen beyinlerdik. Zamanında düşünüyorum o halde varımla yola çıkan insanoğlu düşüncelerini fark ettikçe derinleşiyor ve daha da ehlileşiyordu. Şimdi artık Descartes devri bitti. Sartre devri başladı. Hissedişlere yönelmeliydik. Düşünce yorucuydu. Kalbe yönelmeliydik. Ve sabah sayfaları diye nitelendirdiğim günlük notlarımdan esinlenerek bu kitabı yazdım. Kendimle konuşurken yazdığım şeylerdi bunlar. Zaten çok kısa bir süreci yok. 2008 den beri hep not alırdım. Sonrasında en önemli gördüğüm anekdotları dile getirdim. Yazma süreci sancılı olmadı. Hissederek yazıyordum. Dolayısıyla da zorlamadı beni.

Aynadaki Ben’i nasıl tanımlarsınız? Kitabınızda ne anlattınız? Özellikle vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Aynadaki Ben, bir yüzleşme kitabı aslında. Benim yüzleşmelerim gibi gözükse de herkese hitap ediyor. Zihin ve beden ilişkisine değindim. Zihnimiz bedeni, bedenimizde zihnimizi etkiliyordu. İkisi ayrılmaz bir bütündü. Ve ruhsal bütünlük bu ikisinin bir arada ve dengede olma haliyle gerçekleşecekti bunu biliyordum. Ve çok fazla teknik çalıştım. Reikisinden tutun da içe bakış yöntemlerine meditasyonuna ve de deeksha’sına kadar. Kitapta ruhsal şifa yöntemlerinin çok etkili olduğunu gördüm. Bedenimde ve ruhumda derin bir şekilde deneyimledim. Ruhsal fark edişler, soyuttur. Hissetmek gerekir anlatmak bir yere kadar oluyor tabi. Kabullenmelerden bahsettim. Yargısız bir şekilde yaşayabilme hallerini yazdım. Kıyaslamalar yapmadan yaşamanın  çok daha manidar olduğunu söyledim.İnsanın kendisini tanıması aynadaki yüzünü görmesidir. Kendi bilinçaltımızı fark edip bilinçli bir farkındalık yaratmak kisiye fayda sağlar. Kendinizi tanırsanız başkalarını da rahat bir şekilde analiz edebilirsiniz. Bu çok güzeldir. Özellikle vermek istediğim bir mesaj var evet. Öncelikle okuyan ve araştıran bir toplum olmalıyız. Biz her şeye körü körüne saplanıp kalıyoruz. Kendi dışımızda olan biteni gözlerken kendi iç dünyamızı da fark etmeyi öğrenmeliyiz. Madde ve mana dünyasını eşit bir şekilde yaşamaya fırsat vermeliyiz. Manayı bilmek, ruhsal bütünlüğümüzü bulmamızı sağlar.

Spritüelizm hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Nedir Spritüelizm ve siz nasıl tanıştınız?

Spiritüalizm, ruhsallık demektir. Tinsel olanı, ruhu hissetmek ve yaşamak demektir. Bence bu bir bilim dalı olmalıdır. Çünkü din, bilim, astroloji,fizik,kimya, psikoloji hatta parapsikoloji  hepsi birbiriyle ilintilidir.Hiç bir şey birbirinden bağımsız değildir. Haliyle ruhsallıkta yaşamın içindedir. Hep genetik kodlar diyorum ya benim de spiritüalizm ile tanışmam genetik bir kod aslında. Çocukluğumdan bu yana ben bu tarz kitapların içinde büyüdüm. Hatta enerji konusu açılınca evde korkardım. Bilinmeyenden korkarız ya aynı onun gibi. Sonuçta o çocukluk devri bitti tabiJ Babam bıraktı bu konuları ben başladım. Genetiğe çekim söz konusuydu ve bir de merak.

Kitabınızla ilgili nasıl geri bildirimler alıyorsunuz?

Çok olumlu geri bildirimler alıyorum. Benden bu optimist bakış açımı nasil kazandıgimi soruyorlar. Ben de diyorum ki; Pesimist bakış açımın beni yerle bir ettiğini fark edene kadar. Acı ve hatalar her zaman büyütür, olgunlaştırır insanı diyorum. Ruhsal bütünlüğümü nasıl sağlayabilirim yada dedikodusuz nasıl yaşanır diyorlar. Başkalarıyla ilgilenmeyi bırakırsak kendi yolculugumuza daha hazır hale geliriz diyorum. Meditasyon ve deeksha’nın faydalarını anlatıyorum. Ve diger şifa tekniklerinin.

Annelere yönelik değinmek istediğiniz bir konu var mı? Hayalinizdeki anne modeli nasıl?

Her anne çocuğunun iyi olmasını ister. Hem sağlıklı hem de başarılı olmasını ister. Ancak ebeveynler kendi doğrularını empoze etmeye kalkabilirler. Bu doğru değildir. Biz anneden ve babadan belli kromozomlarla dünyaya geliyoruz. Zaten benzeştiğimiz bir sürü şey var. Ama aynı karmayı ya da kaderi yaşamak zorunda değiliz.  Değiştirilebilir şeyler bunlar. Artik dna ve hücre kodları değiştirilebiliyor. Bu konu harici bilgiydi yine de açıklamak istedim. Anneler, çocuklarını tanımaya çalışmalılar. Ne istediklerini ve nasıl bir ruh halinde olduklarını gözlemlemeliler. Çocuklarını çok azarlayan anneler görüyorum. Bunu asla doğru bulmuyorum. Benim ailemde hiç yoktu bu durum. Şükürler olsun. Her daim düşüncelerime ve fikirlerime saygı duyan bir ailem oldu. Bu konuda şanslıydım. Hayalimde bir anne adayı yok. Ben ruhsal tekamülüm gereği kendisini seçmiştim bu da bir seçimdi. O yüzden hayal ettigimiz anne ve baba adayından çok biz nasıl daha iyi insanlar olabilirize odaklanıyorum. Anne ve babalar, çocuklariyla dengeli iliskiler kurmayı ögrenmeliler. Ne çok şımartacaksın ne de çocuk daha deyip küçümseyeceksin. Ikisini de yapmayacaksın. Dengeli oranda verilen her şey daha sağlıklı oluyor.

Kitabınızda sıklıkla niyet etmenin önemi, akışta kalma hali ve duanın gücünden bahsediyorsunuz. Bu kavramları hayatınızda uygulayabiliyor musunuz? İlginç bir anınız var mı?

Niyet etmek cidden önemlidir. İnançlarımızla dünyayı değiştirebiliriz. Niyet etmek zaten yarı yarıya yapmak demek değil mi? Duanın kudreti de yadsınamayacak kadar büyüktür. Çünkü yine duada zikirde inançlarımızdan doğar. İnandığımız şye dua eder. Niyetimizi net bir şekilde yüce yaradana teslim edersek eğer bu evrende kendi gerçeğini bulur. Evrenin yaratıcısı hiç bir isteğimize hayır demez aslında. Tabi ki korkularımız yoksa. Istediğimiz şeye yürekten inanmıyorsak ya da alt bilincimizde korkularımiz varsa istediginiz kadar dua edin, gerçekleşmiyecektir. Anda ve akışta olmaktan bahsettim sıkça evet. Evet bundan üç yıl önce evde duvarima dahi yazip asmistim buyuk harflerle.Anda ve akışta diye. Şimdiki zaman en degerli zaman. Geçmiş ve gelecek iç içe. Yani şu icinde bulundugumuz zaman bizim gelecegimizi belirliyor. Bu yuzden anda yaptigimiz her eylemin farkinda olarak yapmamiz gerekiyor. Bu kavramlari hayatimda uyguluyor muyum? Evet şükürler olsun ki başarabiliyorum. Andan uzaklastigimi fark ettigim an hemen bedenime odaklaniyor simdiki mevcudiyetimi hissediyorum. Tüm bedene odaklanamazsanız bile ayağınızin altına tabaniniza odaklanin. Bu arada nefesinizi hemen fark edin. Bedeniniz, zihniniz tüm hissedişiniz şimdiye gelir. Tabi bu yoğun çalışmalarla daha belirgin hale gelir. Hissetmeye calisin. Anda kalma farkindalik meditasyonlari yapin derim. İlginc deneyimlerim oldu. Deeksha yani oneness blessing calismalari sirasinda ancak bunları anlatmak inanin kolay degil. Deneyimlemeniz gerekli.

Aynaya baktığınızda gördüğünüz aynadaki sizi özetlersek neler söylemek istersiniz. Sizin dönüşüm yolculuğunuzun sihirli kelimeleri neler?

Aynadaki yeni yüzümü çok seviyorum. Kendisiyle barışık, herkesi olduğu gibi kabul edebilen, yargısız ve tarafsız biri olabildim. Karşıma çıkan insanların ne icin karşıma çiktiklarini dahi fark edebiliyorum. Anladim ki;Hiç birsey tesadüf değil. Dönüşüm yolculuğumun sihirli kelimeleri hoş bir soru bu. Öncelikle inançtır. Güvendir. Kendinize güveniyorsunuz ve bu İlahi olan evrene güveniyorsunuz. Yani siz ve yaratıcınız olan Allah her daim var. Ve olacak. Üçüncü sihirli sözcük ise şükürler olsundur.

Kitap Satış oranlarınıza baktığımızda satıl site grafiklerinde oldukça hızlı bir ivme kazandığınızı görüyorum. Kitabınızı kimler okumalı,kimlere hitap ediyor?

Kitap satış oranları evet iyi gidiyor. Kalpten çıkan kalplere ulaşır. Her yaştan herkese hitap eder diye düsünuyorum.Ozellikle ergenlerin ve genclerin okumasini isterim. Yazdigim seyleri eger yasamlarina erken yaslarda gecirebilirlerse rahat huzurlu ve daha basarili bir yasamlari olacaktir. Ancak her yaş okusun bence. Bunlar ömür boyu ihtiyacimiz olan yasamsal farkindalik deneyimleri.

Yeni Projeleriniz var mı?

Ben uzun vadeli planlar yapmamayı öğrendim. Kitabimda da yazdigim gibi iste ve birak diyorum . Hatta bu bir yasa bana göre.  Ancak bilincli farkindalik yolunda insanlara danışmanlık yapmak ve seanslar vermek istiyorum. Zaten şu anda da çevremde böyle insanlar var. Meditadyon ve deeksha seanslarıyla kisilerin ruhsal butunlugu icin kanallim etmek sanki görevimmis gibi hissediyorum  . Spiritüalizm güzel bir yolculuktur. Ömür boyu sürer, hiç bitmez.
Cok tesekkur ediyorum. Sevgiler, saygilar.



Röportaj: Pınar Yeşiltay SEVİM
Kasım 2016
İzmir

YAŞAMA AÇILAN PENCERE: KİTAP


Bir etkinliğe katıldım bakış açım değişti. Neden mi?

Cıvıl cıvıl dünya tatlısı üç bayanın organizatörlüğünde salt kitap sanat edebiyat konuştuğumuz, yazar ve şairlerle tanışıp kaynaştığımız, kitap oburu pek çok İzmir’li okurun katılım gösterdiği elimizde birer valiz hediye kitapla döndüğümüz müthiş bir atmosfer soludum da ondan. Yayınevleri ve yayıncıların da katılım gösterdiği bir etkinlik vardı bu hafta İzmir’imde.

Mekan sponsorluğunu İzmir’in prestijli oteli Kaya Prestij otelin yaptığı bu organizasyon pek çok yayıncı sponsorunun yanı sıra bizlere güzel süprizler hazırlayan farklı destekçileri de vardı.
Keşke daha sık böyle nitelikli organizasyonlar düzenlense, keşke devamı olsa dedirten; nitelikli okuyucuları buluşturan YAŞAMA AÇILAN PENCERE: KİTAP kurucuları Elmas Hanım, Yasemin Hanım ve Şafak Hanıma ne kadar teşekkür etmek az.

İlkini İstanbul’da gerçekleştirdikleri YAŞAMA AÇILAN PENCERE: KİTAP etkinliğinin ikincisi için neden İzmir’i tercih ettiklerini sorduğumda İzmir’in aydın insanları ile buluşmak istediklerini dile getirdiler bu da ayrıca onur vericiydi benim için. Düşünsenize sizin için birileri organize olup geliyor hem de elleri kolları dolu dolu hiçbir beklentileri olmaksızın salt sizlerle tanışıp sohbet etmek için. Çok şükür ki hala sizin gibi insanlar var umudumuzu yitirmememiz için.

Okumak kadar okuyan diğer bireylerle paylaşmak çok önemlidir ki bunu en iyi okuyucular bilir. Bazen sadece bir karakter adı bile yeterlidir anlaşmak için, anlatmak için anlamak için. Sabun köpüğü olarak gördüğüm günümüz muz kabuğu kayganlığında eserlerin popüleritesinden uzak gerçek ve nitelikli okurlarla bir arada olmak gerçekten oldukça az rastlanan bir durum. Bu durumu daha sık yaşayabilmek isterdim.

Etkinlikte kimler vardı? Hemen tanıtayım ki sizde o güzel insanları takip edebilin:

Glorrrbooks
Fulya çetinsöz
İdil Özlü 
Nazlı Hande Yüksel
Buse Güler 
Tuba Atıcı Coşar
Pınar Yeşiltay Sevim
Elmas Koçan 
Şafar Karadeniz 
Yasemin Özer
Denizden Notlar
Lale Bollukçu
https://www.instagram.com/lalemevsimi/

Buradan tüm sponsorlarımıza da ayrıca teşekkürü borç bilirim:

KAYA PRESTİGE OTEL
MİNVAL YAYINLARI
AYRINTI YAYINLARI
EPHESUS YAYINLARI
YİTİK ÜLKE YAYINLARI
http://www.yitikulkeyayinlari.com/
DOKUZ YAYINLARI
http://dokuzyayinlari.com/
CENEVRE FİKİR SANAT
http://cenevrefikirsanat.com/
YABANCI YAYINLARI
http://yabanciyayinlari.com/
AZ KİTAP
https://www.instagram.com/azkitap/
YEDİVEREN YAYINLARI
https://www.instagram.com/yediverenyayinlari/
DÜZ YAZI YAYINEVİ
http://duzyaziyayinevi.com/
ARUNAS YAYINCILIK
http://www.arunasyayincilik.com/
SOSYAPİX
https://www.sosyopix.com/
MOR DÜŞLER ATölYESİ
ZEUS YAYINEVİ
https://www.facebook.com/Zeus-Kitabevi-Yay%C4%B1nlar%C4%B1-156904174394694/
LALE MEVSİMİ
https://www.instagram.com/lalemevsimi/
POSTİGA YAYINLARI
http://www.postigayayinlari.com/
NİLGÜN ÖZEL ERDEM
SAADET DENİZ
https://www.instagram.com/whitelabelfsm/
PENA YAYINLARI
https://www.penayayinlari.com/

Son olarak tanışmaktan onur duyduğum Yusuf Gürer, Nilgün Erdem ve Saadet Aydınlıoğlu’na da günümüze anlam kattıkları için teşekkür ederim.


Pınar Yeşiltay SEVİM
İZMİR

DOĞMAMIŞ ÇOCUĞA MEKTUP


22 Kasım 2016 Salı

İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdırlar...
~ Neale Donald Walsch ~


Bazı kitapları isteseniz de okuyamaz zamanının gelmesini beklersiniz, kitap seçer okunacağı zamanı... Salt okumuş olmak için okuyacağım diye ısrar ederseniz de elinizde uzar uzar yük olur hem zihninize hem de gözlerinize.  Zamanı gelinceye dek demlenerek bekleyecektir sessiz sedasız bıraktığınız yerde ve bir gün günü geldiğinde usulca dokunacaktır hem elinize hem de yüreğinize.
İşte o kitaplardan biri benim için “Doğmamış Çocuğa Mektup”, yıllar yıllar önce okumak için edindiğim ancak bir türlü muvaffak olamayıp demlenmeye gönderdiğim.

İlk olarak 90’ların sonunda okumak için elime aldığımda yanılmıyorsam aklı uçarı bir lise öğrencisiydim. Israr etmiştim okumak için ama bir süre sonra ne anlatılan konu ne de anlatılış biçimini sevmiş bırakıvermiştim bir kenara usulca. Bu günlerde yeniden niyetlenip elime aldığımda ben bu kitabı nasıl olur da daha önce okumamış olabilirim diye hayıflandım kendimce. Nasıl da güzel anlatıyordu annelik kaosunu, nasıl da güzel dile getiriyordu varsıl ve duyarsızların dünyasında, yoksul ya da duyarlıların verdiği can alıcı zehirli mücadelesini. Hele erkek egemen yaşlı dünyamızdaki kadınların var olmak, ayakta durmak, özgürlük kavramlarına yükledikleri ya da yükleyemedikleri anlamları…

Gelelim kitabın konusuna;
Kitap bekar bir kadının henüz gebelik testi dahi yapmadan hissettiği gebelik sürecinde doğmamış çocuğuna yazdığı mektuplardan oluşuyor. Çocuğuna yazdığı mektuplarla aslında kendi dünyasını yargılıyor kendini kanatırcasına. Kadınlığını, toplumun bekar bir kadının hamileliğine bakışını, özgürlüğü, varsıllığı yoksulluğu, bir çocuk dünyaya getirmenin gerekliliğini, tanrıyı, dini … sorguluyor yazdıklarıyla.

Evet mektuplar doğmamış bir çocuğa yazılıyor ve aslında gebelik ve fetüs fizyolojisi/anatomisi ile ilgili de serpiştirdiği bilgilerle “Annelik & Kadınlık” kavramları üzerine düşündürüyor. Anne olacağını öğrenen, içinde bir canlı geliştirdiğini kavrayan bir kadının gel-gitleri iç hesaplaşmaları bir anlamda. Çaresizliği, çare oluşu, çevresindeki tüm yönlendirmelere rağmen aldırmayıp devam ettirme kararını verme gücünü kendinde bulması ancak kendi özgürlüğünü kısıtladığına dair doğmamış çocuğuna söylevde bulunmasını da kapsıyor mektuplar.

Kendi çocukluğu ve geçmişini de temize çekiyor aslında yazar yazdığı mektuplarla. Araya serpiştirdiği kendi öykülerinden de yazarın psikolojisine dair çıkarımlarda bulunabiliyoruz.

Kariyer sahibi, bekar ve güçlü bir kadının dünyaya kafa tutuşu; yaşama tutunurken “Anne” olacağını öğrenip allak bullak oluşu var bu kitapta. Bir yandan gün sayarken evladına kavuşmak için diğer taraftan çocuğuna kin kusuşu…

Kitapta altını çizdiklerimden bazıları:

Cesur ol çocuk. Bir ağaç tohumunun toprağı yarıp yeşermeye başlaması için cesur olması gerekmez mi sanıyorsun? Kırılması için ufacık bir rüzgâr, ezilmesi için bir sıçan pençesi yeterli. Gene de yeşeriyor, inatla ayakta duruyor ve yeni yeni tohumlar serperek büyüyor. Derken bir orman oluveriyor. Günün birinde haykırırsan bana, “Neden beni dünyaya getirdin, neden?” diye, yanı- tım hazır: “Benden önce milyonlar ve milyonlarca yıl boyunca ağaçların yaptığı, hâlâ da yapmakta olduklarını yaptım, doğru bir iş yapıyorum sandım.”

İnsanların ağaç olmadığını, insanın, bilinçli olduğu için, bir ağacın çektiği acının bin katını çektiğini; orman olmanın hiçbirimize gerçekten yaramadığını, her tohumun yeni bir ağaca dönüşmediğini, çoğunluğun yitip gittiğini anımsayıp düşüncemi değiştirmemeliyim. Böylesi bir yüzgeri yapmam olasıdır, çocuk: İnsan mantığı çelişkilerle dolu.

“Kadın olmanı isterdim. Günün birinde benim başıma gelenin senin de başına gelmesini isterdim. Kadın doğmanın büyük bir bahtsızlık olduğunu düşünen annemle aynı görüşte değilim. Annem, çok mutsuz olduğu anlarda içini 17 çeker, “Ah, keşke erkek olsaydım,” der. Biliyorum, erkekler tarafından, erkekler için düzenlenmiş bir dünya bizimkisi. Diktatörlükleri öylesine eski ki, dilleri bile etkisi altı- na almış. Kadın ve erkek demek için erkek, kız çocuk ve erkek çocuk demek için, erkek çocuk, kız ve erkek evlat diyebilmek için erkek evlat deniyor ve öldürülen kadın da olsa, erkek de, cinayet sözcüğü eril halde kullanılıyor. Erkeklerin yaşamı açıklamak için uydurdukları efsanelerde ilk yaratık bir kadın değil: Âdem adında bir erkek. Havva sonradan geliyor, ona zevk vermek ve başına işler açmak için. Kiliseleri süsleyen resimlerde Tanrı ak sakallı, yaşlı bir adam olarak gösteriliyor, hiçbir zaman ak saçlı bir kadın olarak değil. Tüm yiğitler erkek: Ateşi bulan Prometheus’tan uçmaya kalkan İkaros’a, Tanrı’nın ve Kutsal Ruh’un oğlu olarak nitelenen İsa’ya değin: Sanki onu doğuran kadın bir kuluçka makinesi ya da bir sütnineymiş gibi. Ama işte, belki de salt bu nedenlerle, kadın olmak çok harika bir şey. Nasıl da cesaret isteyen bir serü- ven! Hiçbir zaman sıkıcı olmayan bir meydan okuma! Kadın doğarsan yapacak o kadar çok şeyin olacak ki. Bir kere, Tanrı varsa eğer ak saçlı bir yaşlı kadın ya da güzel bir genç kız olabileceği düşüncesini savunmaya çalışacaksın sürekli. Sonra, Havva ağaçtan elmayı kopardığı gün cennete giren şeyin günah değil de, o eşsiz erdem, itaatsizlik oldu- ğunu anlatmaya çalışacaksın herkese. Son olarak, o yumu- şak, biçimli gövdenin içinde bir yerde sesini duyurmaya uğraşan bir zekân olduğunu göstermeye çalışacaksın. Ana olmak bir meslek değildir. Bir görev bile değildir. Yalnızca sahip olduğun birçok haktan biridir. Bunu söyleyebilmek, anlatabilmek için ne çok çaba harcayacaksın. Ve çoğu kez, hemen hemen her zaman, yenilgiye uğrayacaksın. Ama cesaretini yitirmemelisin. Savaşmak kazanmaktan çok daha iyi, yolculuk yapmak varmaktan çok daha güzel: Bir kez kazandın mı ya da gideceğin yere vardın mı, engin bir 18 boşluktan başka bir şey duymazsın. Evet, evet, umarım kadın olursun. Sana oğlum dememe aldırma. Ve umarım annemin dediğini hiç demezsin. Ben hiç demedim.”

“Ama... Erkek doğarsan da aynı ölçüde sevinirim. Hatta belki daha da çok, çünkü o zaman bir sürü aşa- ğılamadan, ezilmekten, kullanılmaktan kurtulmuş olursun. Sözgelimi erkek doğarsan, karanlık bir sokakta ırzına geçilmesinden çekinmen gerekmeyecek. İlk bakışta kendini kabul ettirmek için güzel bir yüze, zekânı saklamak için biçimli bir gövdeye gereksinme duymayacaksın. Sevdiğin biriyle yattığın için hiç kimse ayıplamayacak seni; ağaçtan elmayı kopardığın gün cennete günahın girdiğini söylemeyecekler. Çok daha az yorulacaksın. Üstelik daha da rahat savaşacaksın, Tanrı varsa eğer ak saçlı bir yaşlı kadın ya da genç bir kız olabilir savını ortaya attığın zaman. Kınanmadan itaatsizlik edebileceksin. Gecenin birinde kuyuya düşüyormuşsun gibi bir duyguyla uyanmadan sevecek, sevişebileceksin. Hakarete uğramadan kendini savunabileceksin. Gene de, köleliğin, haksızlığın başka türleriyle karşılaşacaksın: Yaşam bir erkek için bile kolay değil. Kasların daha güç- lü olacak, onun için daha ağır yükler taşımanı isteyecekler, zorla sorumluluklar yükleyecekler omuzlarına. Sakalın olduğu için ağlarsan sana gülecekler ve şefkate gereksinmen olsa bile bu böyle olacak. Önünde bir kuyruğun olacağı için, savaşta ölmeni ya da öldürmeni buyuracaklar; ve ta mağara çağından kalma baskı ve kı- yıcılığı sürdürmek için suç ortaklığı yapmanı isteyecek- 19 ler. Ama gene de ya da salt bu yüzden, erkek doğmak en az öteki kadar harika bir serüven, seni hiçbir zaman düş kırıklığına uğratmayacak bir görev. Erkek doğarsan, umarım hep düşlerimde kurduğum gibi bir erkek olursun: Zayıflara karşı yumuşak, küstahlara karşı sert, seni sevenlere karşı cömert, seni kullanmak isteyenlere karşı acımasız... Bir de, İsa’ların, onları doğuran kadının değil de, Tanrı’nın, Kutsal Ruh’un oğulları olduğunu söyleyen herkesin düşmanı olasın. Sana demek istediğim şu, çocuk: Erkek olmak demek önden kuyruğun olması demek değil, bir insan olmak. Benim için her şeyden önemlisi senin bir insan olman. İnsan, harika bir sözcük; çünkü, kadın-erkek ayrımı yapmıyor, kuyruğu olanlarla olmayanlar arasına bir sınır çizmiyor. Ayrıca, kuyruğu olanlarla olmayanları ayıran sı- nır bir kıl payından kalın değil. Uygulamada, gövdenin içinde bir başka varlık büyütüp büyütememe yeteneğine dayanıyor eninde sonunda. Yüreğin, beynin cinsiyeti yok. Davranışların da yok. Hiç unutma bunu. Ve sen, yüreği ve beyni olan bir kişi olarak yetişirsen, şu ya da bu biçimde –erkek ya da dişi olarak– davranman konusunda ısrar edecekler arasında ben olmayacağım. Ben yalnızca, doğ- muş olmak mucizesinden sonuna dek yararlanmanı, hiç- bir zaman korkaklığa boyun eğmemeni isteyeceğim senden. Her an pusuda bekleyen bir hayvandır korkaklık. Hepimize, her gün saldırır; kendisini paramparça etmesine izin vermeyen insanların sayısı ise çok azdır. Temkinlilik adına, uygunluk adına, kimi zaman bilgelik adına par- çalanırlar. Bir tehlikenin tehdidi altında korkak olan insanlar, tehlike ortadan kalkınca atak olur birden. Sen hiçbir zaman tehlikeden kaçmamalısın, korku seni geri çekerken bile. Dünyaya gelmek başlı başına bir tehlike zaten. İleride doğmuş olmaktan dolayı yerinme tehlikesi”

Pınar Yeşiltay SEVİM
22.11.16
İzmir
















https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif


Günümüzün "PROJE ÇOCUKLARI" ve ANNELERİNİN PSİKOLOJİSİ


21 Kasım 2016 Pazartesi

     "Öncelikle şu bir gerçek; anne hangi duyguyu hissediyorsa çocuk o duyguyu adeta bir sünger gibi emecektir. Hele ki çocuğun yaşı küçükse ve dünyası henüz sadece annesinden ibaret ise annenin hissettiği bütün duygular çocuğun duygu repertuarı için bir kaynak oluyor."

Her çocuk özeldir ve kendine has özellikleri vardır. Anneler ve babalar kendi istekleri doğrultusunda çocuk yetiştirmeye kalkarlarsa “proje çocuk” dediğimiz durumlar ortaya çıkıyor. Çocukların isteklerine kulak verelim!


          Bu gün bloğumun konuğu Madalyon Psikiyatri Merkezi Uzmanlarından, Bebeğim ve Biz dergisi yazarı Uzman Psikolog İpek Gökozan. Kendisi ile anne ve çocuk psikolojisine dair söyleştik ve oldukça yararlı bir röportajla sizlerleyiz.


       
Kendinizi tanıtır mısınız? Kimdir İpek GÖKOZAN? 
      Hangi eğitimleri aldı ve neler yapar?

Liseyi Balıkesir Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesi’nde okuduktan sonra Koç Üniversitesi Psikoloji ve İşletme Bölümleri’ni %100 başarı bursu ile eş zamanlı olarak bitirdim. Mezun olduğum yıl Doğuş Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü’ne girdim ve bölüm birinciliği ile mezun oldum. Çalışma alanımı çocuklar ve ergenler olarak seçtim ve bir süre Kemerburgaz Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nde çalıştıktan sonra Madalyon Psikiyatri Merkezi’ne geçiş yaptım ve yaklaşık 2.5 yıldır aynı yerde çalışmaktayım.  Bizim mesleğimizde öğrenme hiç bitmiyor, sürekli kendimi geliştirmek adına çocuk psikolojisi hakkında eğitimler almaya devam ediyorum. Bir yandan özel bir üniversitede yarı zamanlı olarak ders veriyorum, diğer yandan da Bebeğim ve Biz dergisi ve Milliyet PembeNar için yazılar yazıyorum.

·        Özgeçmişinize baktığımda dolu dolu bir eğitim hayatı ve aktif bir çalışma hayatı görüyorum. Neden psikoloji alanını tercih ettiniz, sizi bu alanda çalışmaya yönlendiren neydi? Psikolojide özellikle ilgilendiğiniz bir grup, hastalık ya da alan var mı?

Aslında psikoloji alanına girişim biraz değişik oldu. Ben üniversite sınavında Türkiye derecesi yapmıştım ve öğretmenlerim o zamanlar beni “puanım boşa gitmesin” diye işletme bölümüne yönlendirmişlerdi. O zamanlar ne istediğimi tam olarak bilmediğim için bu fikir bana cazip gelmişti ve işletmeyi yazarak ilk tercihime girmiştim. Üniversitede bölüm dersleri başladıktan sonra işletmenin hiç bana hitap etmediğini fark etmem çok uzun sürmedi. Zorunlu psikoloji dersimiz vardı ve o derse girdiğim ilk gün kararımı vermiştim, kesinlikle psikoloji okuyacaktım. Böylece işletme ve psikoloji bölümlerini eş zamanlı olarak okuma kararı aldım ve sonrasında da işte bugündeyiz. Çocuk ve ergenlerle çalışma kararını uzmanlığımı alırken vermiştim. Çalışmayı tercih ettiğim spesifik bir alan yok, ancak kaygı bozuklukları her zaman daha çok ilgimi çekmiştir.

·        Özellikle kaygı bozukluklarının ilginizi çektiğini vurguladınız. 
      Anne Çocuk Psikolojisini incelediğinizde günümüzde yeni nesil annelerin çoğunlukla kaygılı ve sürekli evladına yetememe korkusu içinde olmalarını neye bağlıyorsunuz? 
      Bu anneler için önerileriniz nelerdir?

Öncelikle şu bir gerçek; anne hangi duyguyu hissediyorsa çocuk o duyguyu adeta bir sünger gibi emecektir. Hele ki çocuğun yaşı küçükse ve dünyası henüz sadece annesinden ibaret ise annenin hissettiği bütün duygular çocuğun duygu repertuarı için bir kaynak oluyor. Eğer anne yetersizlik düşünceleri ile kaygılanıyorsa, çocuk da kaygılı olacaktır ve gözü devamlı annesinde olacaktır. Bu durumu bir detektöre benzetebiliriz. Çocuklar annelerinin hissettiklerini bir detektör gibi tararlar ve olumsuz duyguları anında hissederler. Bu konuda anneler için tek önerim şu olacaktır: Kimse mükemmel değildir! Kusursuz annelik, adeta imkânsızlığa soyunmaktır. Çocuğunun yanında olan, onun ihtiyaçlarına karşılık veren ve sevgiyle onu destekleyen bir anne zaten elinden gelenin en iyisini yapıyor demektir. Kendinizi diğer annelerle karşılaştırmayın. Her ailenin dinamiği, her çocuğun ihtiyacı farklıdır.


·        Özellikle ilk kez anne olan kadınların sıklıkla çocuklu hayata geçişle birlikte kendilerini çocuklarına adadıklarına şahit oluyoruz. Elbette bu durum hem aile (eş) ilişkilerini hem de annenin psikolojisini etkiliyor. Doğum sonrası / Postpartum dönem ve bu döneme ilişkin depresyon konusunda neler söylemek istersiniz?

Doğum sonrası hüzün sık karşılaşılan ve beklendik bir durumdur. Ancak bu hüzün süresi uzuyor, annenin bebeğe bakım verme süreci olumsuz etkileniyor ve annenin gündelik hayat fonksiyonelliğinde şaşmalar oluyorsa pospartum depresyondan söz ediyor olabiliriz. Bu tip bir dönem söz konusu ise mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır. Bunların yanı sıra eşlerin verdiği destek çok önemlidir. Bazen kayınvalideler veya anneler doğum yapan kızlarına destek vermek için adeta bebeğin olduğu eve yerleşirler ve çiçeği burnunda anne ve babanın annelik-babalık etmesine izin vermezler. Bu tip durumlar lohusayı strese sokar. En güzel sistem lohusanın talep ettiği kadar yardımda bulunmak… Babanın anneye vereceği destek en kıymetlisidir.

·        0-6 Yaş çocuklarında en sık karşılaştığınız psikolojik sorunlar hangileri? 
      Bu dönem çocuklarında hangi davranışlar ciddiye alınarak alarm durumuna geçilmeli (hastalığın belirtileri)?

Ailelerin en sık başvuru nedenleri çocuğun arkadaşlarına veya büyüklerine yıkıcı davranışlarda bulunması (vurması, tükürmesi, etrafı kırıp dökmesi), öfke nöbetleri, tutturmalar, ağlama krizleri, anneden ayrılmak istememe, kreşe ayak uyduramama, konuşmanı gecikmesi vb.. Bütün bu belirtilerin hepsi çok önemlidir, ancak çocukta şu davranış gözüküyorsa şu sorun olabilir şeklinde bir yaklaşım mümkün değildir. Bunu ateş yükselmesi gibi düşünebiliriz, her ateşi yükselen çocuğa grip oldu diyemeyiz, çocukta başka hastalıklar da söz konusu olabilir. Davranışsal sorunlar birçoğunun altına uygunsuz anne baba tutumları yatıyor… Çocuğa sınır koyamama, ağlamasın diye her istediğini yapma veya çocuğa gereksiz sınırlamalar koyma muhakkak sorunlara vesile olur. Eğer çocuğun gelişimsel basamaklarında yolunda gitmeyen bir şeyler varsa, örneğin konuşması geciktiyse, sosyalleşemiyorsa, tek başına yapabileceği şeyleri yapamıyorsa mutlaka bir uzmana başvurulması gerekir; şayet gelişimsel bir sorun söz konusu olabilir.

·        Son olarak annelere iyi gelecek bir reçete yazacak olsaydınız; neler yazardınız? 

Her çocuk özeldir ve kendine has özellikleri vardır. Anneler ve babalar kendi istekleri doğrultusunda çocuk yetiştirmeye kalkarlarsa “proje çocuk” dediğimiz durumlar ortaya çıkıyor. Çocukların isteklerine kulak verelim! Çocuk yüzmeyi sevmiyorsa illa yüzme kursuna gitmek zorunda değil, ona neyi seçmek istediğini soralım. Eğer bir reçete yazacak olsaydım, çocukların bir birey olduklarını unutmayın ve belirli sınırlar içerisinde onlara seçim şansı tanıyın derdim.

İlgi ve zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Pınar Yeşiltay Sevim
Kasım 2016

Not: http://www.ipekgokozan.com dan İpek Gökozan ve çalışmaları hakkında detaylı bilgi alabilir, @psikologipekgokozan instagram hesabından kendilerini takip edebilirsiniz.



© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.