DOĞMAMIŞ ÇOCUĞA MEKTUP


22 Kasım 2016 Salı

İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye ve değer vermeye meraklıdırlar...
~ Neale Donald Walsch ~


Bazı kitapları isteseniz de okuyamaz zamanının gelmesini beklersiniz, kitap seçer okunacağı zamanı... Salt okumuş olmak için okuyacağım diye ısrar ederseniz de elinizde uzar uzar yük olur hem zihninize hem de gözlerinize.  Zamanı gelinceye dek demlenerek bekleyecektir sessiz sedasız bıraktığınız yerde ve bir gün günü geldiğinde usulca dokunacaktır hem elinize hem de yüreğinize.
İşte o kitaplardan biri benim için “Doğmamış Çocuğa Mektup”, yıllar yıllar önce okumak için edindiğim ancak bir türlü muvaffak olamayıp demlenmeye gönderdiğim.

İlk olarak 90’ların sonunda okumak için elime aldığımda yanılmıyorsam aklı uçarı bir lise öğrencisiydim. Israr etmiştim okumak için ama bir süre sonra ne anlatılan konu ne de anlatılış biçimini sevmiş bırakıvermiştim bir kenara usulca. Bu günlerde yeniden niyetlenip elime aldığımda ben bu kitabı nasıl olur da daha önce okumamış olabilirim diye hayıflandım kendimce. Nasıl da güzel anlatıyordu annelik kaosunu, nasıl da güzel dile getiriyordu varsıl ve duyarsızların dünyasında, yoksul ya da duyarlıların verdiği can alıcı zehirli mücadelesini. Hele erkek egemen yaşlı dünyamızdaki kadınların var olmak, ayakta durmak, özgürlük kavramlarına yükledikleri ya da yükleyemedikleri anlamları…

Gelelim kitabın konusuna;
Kitap bekar bir kadının henüz gebelik testi dahi yapmadan hissettiği gebelik sürecinde doğmamış çocuğuna yazdığı mektuplardan oluşuyor. Çocuğuna yazdığı mektuplarla aslında kendi dünyasını yargılıyor kendini kanatırcasına. Kadınlığını, toplumun bekar bir kadının hamileliğine bakışını, özgürlüğü, varsıllığı yoksulluğu, bir çocuk dünyaya getirmenin gerekliliğini, tanrıyı, dini … sorguluyor yazdıklarıyla.

Evet mektuplar doğmamış bir çocuğa yazılıyor ve aslında gebelik ve fetüs fizyolojisi/anatomisi ile ilgili de serpiştirdiği bilgilerle “Annelik & Kadınlık” kavramları üzerine düşündürüyor. Anne olacağını öğrenen, içinde bir canlı geliştirdiğini kavrayan bir kadının gel-gitleri iç hesaplaşmaları bir anlamda. Çaresizliği, çare oluşu, çevresindeki tüm yönlendirmelere rağmen aldırmayıp devam ettirme kararını verme gücünü kendinde bulması ancak kendi özgürlüğünü kısıtladığına dair doğmamış çocuğuna söylevde bulunmasını da kapsıyor mektuplar.

Kendi çocukluğu ve geçmişini de temize çekiyor aslında yazar yazdığı mektuplarla. Araya serpiştirdiği kendi öykülerinden de yazarın psikolojisine dair çıkarımlarda bulunabiliyoruz.

Kariyer sahibi, bekar ve güçlü bir kadının dünyaya kafa tutuşu; yaşama tutunurken “Anne” olacağını öğrenip allak bullak oluşu var bu kitapta. Bir yandan gün sayarken evladına kavuşmak için diğer taraftan çocuğuna kin kusuşu…

Kitapta altını çizdiklerimden bazıları:

Cesur ol çocuk. Bir ağaç tohumunun toprağı yarıp yeşermeye başlaması için cesur olması gerekmez mi sanıyorsun? Kırılması için ufacık bir rüzgâr, ezilmesi için bir sıçan pençesi yeterli. Gene de yeşeriyor, inatla ayakta duruyor ve yeni yeni tohumlar serperek büyüyor. Derken bir orman oluveriyor. Günün birinde haykırırsan bana, “Neden beni dünyaya getirdin, neden?” diye, yanı- tım hazır: “Benden önce milyonlar ve milyonlarca yıl boyunca ağaçların yaptığı, hâlâ da yapmakta olduklarını yaptım, doğru bir iş yapıyorum sandım.”

İnsanların ağaç olmadığını, insanın, bilinçli olduğu için, bir ağacın çektiği acının bin katını çektiğini; orman olmanın hiçbirimize gerçekten yaramadığını, her tohumun yeni bir ağaca dönüşmediğini, çoğunluğun yitip gittiğini anımsayıp düşüncemi değiştirmemeliyim. Böylesi bir yüzgeri yapmam olasıdır, çocuk: İnsan mantığı çelişkilerle dolu.

“Kadın olmanı isterdim. Günün birinde benim başıma gelenin senin de başına gelmesini isterdim. Kadın doğmanın büyük bir bahtsızlık olduğunu düşünen annemle aynı görüşte değilim. Annem, çok mutsuz olduğu anlarda içini 17 çeker, “Ah, keşke erkek olsaydım,” der. Biliyorum, erkekler tarafından, erkekler için düzenlenmiş bir dünya bizimkisi. Diktatörlükleri öylesine eski ki, dilleri bile etkisi altı- na almış. Kadın ve erkek demek için erkek, kız çocuk ve erkek çocuk demek için, erkek çocuk, kız ve erkek evlat diyebilmek için erkek evlat deniyor ve öldürülen kadın da olsa, erkek de, cinayet sözcüğü eril halde kullanılıyor. Erkeklerin yaşamı açıklamak için uydurdukları efsanelerde ilk yaratık bir kadın değil: Âdem adında bir erkek. Havva sonradan geliyor, ona zevk vermek ve başına işler açmak için. Kiliseleri süsleyen resimlerde Tanrı ak sakallı, yaşlı bir adam olarak gösteriliyor, hiçbir zaman ak saçlı bir kadın olarak değil. Tüm yiğitler erkek: Ateşi bulan Prometheus’tan uçmaya kalkan İkaros’a, Tanrı’nın ve Kutsal Ruh’un oğlu olarak nitelenen İsa’ya değin: Sanki onu doğuran kadın bir kuluçka makinesi ya da bir sütnineymiş gibi. Ama işte, belki de salt bu nedenlerle, kadın olmak çok harika bir şey. Nasıl da cesaret isteyen bir serü- ven! Hiçbir zaman sıkıcı olmayan bir meydan okuma! Kadın doğarsan yapacak o kadar çok şeyin olacak ki. Bir kere, Tanrı varsa eğer ak saçlı bir yaşlı kadın ya da güzel bir genç kız olabileceği düşüncesini savunmaya çalışacaksın sürekli. Sonra, Havva ağaçtan elmayı kopardığı gün cennete giren şeyin günah değil de, o eşsiz erdem, itaatsizlik oldu- ğunu anlatmaya çalışacaksın herkese. Son olarak, o yumu- şak, biçimli gövdenin içinde bir yerde sesini duyurmaya uğraşan bir zekân olduğunu göstermeye çalışacaksın. Ana olmak bir meslek değildir. Bir görev bile değildir. Yalnızca sahip olduğun birçok haktan biridir. Bunu söyleyebilmek, anlatabilmek için ne çok çaba harcayacaksın. Ve çoğu kez, hemen hemen her zaman, yenilgiye uğrayacaksın. Ama cesaretini yitirmemelisin. Savaşmak kazanmaktan çok daha iyi, yolculuk yapmak varmaktan çok daha güzel: Bir kez kazandın mı ya da gideceğin yere vardın mı, engin bir 18 boşluktan başka bir şey duymazsın. Evet, evet, umarım kadın olursun. Sana oğlum dememe aldırma. Ve umarım annemin dediğini hiç demezsin. Ben hiç demedim.”

“Ama... Erkek doğarsan da aynı ölçüde sevinirim. Hatta belki daha da çok, çünkü o zaman bir sürü aşa- ğılamadan, ezilmekten, kullanılmaktan kurtulmuş olursun. Sözgelimi erkek doğarsan, karanlık bir sokakta ırzına geçilmesinden çekinmen gerekmeyecek. İlk bakışta kendini kabul ettirmek için güzel bir yüze, zekânı saklamak için biçimli bir gövdeye gereksinme duymayacaksın. Sevdiğin biriyle yattığın için hiç kimse ayıplamayacak seni; ağaçtan elmayı kopardığın gün cennete günahın girdiğini söylemeyecekler. Çok daha az yorulacaksın. Üstelik daha da rahat savaşacaksın, Tanrı varsa eğer ak saçlı bir yaşlı kadın ya da genç bir kız olabilir savını ortaya attığın zaman. Kınanmadan itaatsizlik edebileceksin. Gecenin birinde kuyuya düşüyormuşsun gibi bir duyguyla uyanmadan sevecek, sevişebileceksin. Hakarete uğramadan kendini savunabileceksin. Gene de, köleliğin, haksızlığın başka türleriyle karşılaşacaksın: Yaşam bir erkek için bile kolay değil. Kasların daha güç- lü olacak, onun için daha ağır yükler taşımanı isteyecekler, zorla sorumluluklar yükleyecekler omuzlarına. Sakalın olduğu için ağlarsan sana gülecekler ve şefkate gereksinmen olsa bile bu böyle olacak. Önünde bir kuyruğun olacağı için, savaşta ölmeni ya da öldürmeni buyuracaklar; ve ta mağara çağından kalma baskı ve kı- yıcılığı sürdürmek için suç ortaklığı yapmanı isteyecek- 19 ler. Ama gene de ya da salt bu yüzden, erkek doğmak en az öteki kadar harika bir serüven, seni hiçbir zaman düş kırıklığına uğratmayacak bir görev. Erkek doğarsan, umarım hep düşlerimde kurduğum gibi bir erkek olursun: Zayıflara karşı yumuşak, küstahlara karşı sert, seni sevenlere karşı cömert, seni kullanmak isteyenlere karşı acımasız... Bir de, İsa’ların, onları doğuran kadının değil de, Tanrı’nın, Kutsal Ruh’un oğulları olduğunu söyleyen herkesin düşmanı olasın. Sana demek istediğim şu, çocuk: Erkek olmak demek önden kuyruğun olması demek değil, bir insan olmak. Benim için her şeyden önemlisi senin bir insan olman. İnsan, harika bir sözcük; çünkü, kadın-erkek ayrımı yapmıyor, kuyruğu olanlarla olmayanlar arasına bir sınır çizmiyor. Ayrıca, kuyruğu olanlarla olmayanları ayıran sı- nır bir kıl payından kalın değil. Uygulamada, gövdenin içinde bir başka varlık büyütüp büyütememe yeteneğine dayanıyor eninde sonunda. Yüreğin, beynin cinsiyeti yok. Davranışların da yok. Hiç unutma bunu. Ve sen, yüreği ve beyni olan bir kişi olarak yetişirsen, şu ya da bu biçimde –erkek ya da dişi olarak– davranman konusunda ısrar edecekler arasında ben olmayacağım. Ben yalnızca, doğ- muş olmak mucizesinden sonuna dek yararlanmanı, hiç- bir zaman korkaklığa boyun eğmemeni isteyeceğim senden. Her an pusuda bekleyen bir hayvandır korkaklık. Hepimize, her gün saldırır; kendisini paramparça etmesine izin vermeyen insanların sayısı ise çok azdır. Temkinlilik adına, uygunluk adına, kimi zaman bilgelik adına par- çalanırlar. Bir tehlikenin tehdidi altında korkak olan insanlar, tehlike ortadan kalkınca atak olur birden. Sen hiçbir zaman tehlikeden kaçmamalısın, korku seni geri çekerken bile. Dünyaya gelmek başlı başına bir tehlike zaten. İleride doğmuş olmaktan dolayı yerinme tehlikesi”

Pınar Yeşiltay SEVİM
22.11.16
İzmir
















https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif


Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.