OCAK AYI KÜLTÜREL BİLANÇOSU


31 Ocak 2015 Cumartesi

 Bu ay farklı lezzetlerde soluklandım ve yeni yazarlarla, farklı sinema türleri ile tanıştım. Örneğin o çok konuşulan popüler Tess Gerritsen ile Forum Bornova D&R da karşılaşmış bizzat tanışmış ancak hiçbir eserini okumamıştım. Diğer yandan her daim listemde olan ancak bir türlü okuma fırsatı bulamadığım Sabahattin Ali'yi okuyunca tüm kitaplarını sipariş verdim. Yekta Kopan, Aşkım Kapışmak, Tahir Musa Ceylan isimleri de ilk kez okunanlar listeme ve kütüphaneme katıldı.

2015 Ocak Bilançosu şöyle:

1) YILDIZ TOZU / Priscille Sibley

Oldukça etkili ve duygusal bir roman. 
Romanda uzun yıllar çocuk sahibi olmak için mücadele veren bir doktor ile bilim kadınının aniden gelişen bir tramva sonucu yaadıkları konu ediliyor. 

Bir yandan hukuk sistemi işlerken diğer yandan vicdani sesler duyuluyor ve minik mucize bir bebeğin bitkisel hayatta olan kadının içinde büyüyor olması gerçeği ile verilecek kararlar zorlaşıyor. 

Geçmişte "asla yatağa bağımlı kalmak istemediğini özellikle belirten" ve an itibari ile bitkisel hayatta olan bir kadın ve doktor olan ve asla karısının iyileşmeyeceğini bile bir adam var. Peki bu adam eşinin hamile olduğunu ve yaşasa bu bebeği isteyeceğini bile bile hayatla son bağını keserek ruhunu huzura kavuşturabilecek mi?

İşte tam da böyle bir hikaye okumak isterseniz, bu sürükleyici  kitabı mutlaka okuyun derim.

2) AİLE ÇAY BAHÇESİ / Yekta Kopan

Romanın kahramanı Müzeyyen, ilkokul hayat bilgisi kitaplarındaki “ideal çocuk” tanımına harfi harfine uyan, çalışkan, uslu, terbiyeli, misafirlikte efendi, resim yarışmalarında birinci, annesinin ve öğretmeninin gözbebeği, kısaca feci derecede gıcık bir çocuk. 

Babasının hayatını başka kadınlarla geçirmesini ve annesinin tüm öfkesini Müzeyyen’le paylaşmasını saymazsak, kendine göre düzenli ve mutlu bir hayatı var. Ancak bu düzen hiç beklemedik bir anda gelen kız kardeş Çiğdem yüzünden altüst oluyor. 

Kardeşler arasında böyle kıskançlıklar olabilir diyeceksiniz. Müzeyyen’in derdi, sadece çocuksu bir kıskançlık değil; hayatı boyunca katlanarak büyüyen ve kız kardeşini aşıp genel olarak tüm insanları kapsayan bir nefret. Yıllar sonra iki kardeş, ölüm döşeğindeki babalarıyla vedalaşmaya gittiklerinde, Müzeyyen hem nefretiyle, hem de nefret ettikleriyle yüzleşmeye başlıyor. (http://www.hikmethukumenoglu.com/index.php/blog/ailecaybahcesi/)

İlk kez Yekta KOPAN okuyan ve kitabı bir kaç saatte severek beğenerek okuyan biri olarak çok beğendiğimi itiraf etmeliyim. Duygular çok yalın ve net ifade edilmiş. Yıllarca kardeşe duyulan kin ve öfke, aileye karşı hissedilen nefret ve en sonundaki kendi içindeki müthiş hesaplaşma kesinlikle okunmaya değer. İyi ki okumuşum dediklerimden.

3) CEHENNEM ÇİÇEĞİ / Alper Canıgüz

Alper Canıgüz ile "Oğullar ve Rencide Ruhlar" eseri ile tanışmış ve tarzını çok beğenmiştim.

Bu kitapta da kahramanın yine 5 yaşındaki, Alper KAMU olunca tabi ki tadına doyum olmadı. Yine bir cinayeti aydınlatırken bir yandan da çocukça güldürdü beni. Ama sonu gerçekten hiç ummadığım şekilde bağlandı ve bu muhteşem final bence bu kitaba çok yakıştı. İlk kitabın devamı niteliğinde olmasına rağmen bağımsız okunduğunda da gayet anlaşılır bir eser.

Ve kitabın arka kapak yazısı şöyle:
"Bilirsiniz, insanlar doğar, ölür ve sonra büyür."
Dünyanın en küçük dedektifi geri döndü.
Alper Kamu 9 yıl sonra, hâlâ 5 yaşında.
Alper Canıgüzün eşsiz kahramanı Alper Kamuyla birlikte her türlü şiddetin hüküm sürdüğü bir atmosferde, kırık hayatların, küllenmiş aşkların ve daha nice esrarın peşinde kara mizahla yüklü yeni bir yolculuğa çıkıyoruz.

Kahramanımız, bu kez bir çocuğun ölümü ve eski bir aşk hikayesinin ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak için uğraşırken, "İnsanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmenin ne anlamı var ki?"

diyen bir dedektife yakışacak şekilde, adalet kavramımızı sorguluyor.

Alper Kamu Cehennem Çiçeği;
ilk üç romanıyla edebiyatımızda kendine özgü ayrıcalıklı bir yer edinen Alper Canıgüzden kahkaha ve gözyaşının iç içe geçtiği büyülü bir serüven.


4) KÜRK MANTOLU MADONNA/ Sabahattin Ali

Nasıl oldu da ben bu güne dek Sabahattin Ali okumadım diye hayıflandığım, gerçek edebiyat lezzetini duyumsadığım okurken tüm yazılanları hissettiğim muhteşem bir eser.

İnsanın topluluk içinde kendini yapayalnız hissetmesini, gerçekten aşık olmanın kişiyi nasıl da değiştirip geliştirdiğini gözler önüne sermiş yazar.

Okurken bir kez daha "aslında bir kenarda kendi halinde sessiz sedasız" diye tabir ettiğimiz ve hatta bazen ruhen yoksun zannettiğimiz kişilerin içinde ne büyük anılar, geçmişlerinde ne büyük yaşanmışlıklar olabileceğini ve onlarca yıllık eşiniz, komşunuz, arkadaşınız bile olsa kimseyi izin verdiğinden fazla tanıyamadığımızı anladım bir kez daha.

Ve tanıtım yazısı şöyle:
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.


5) CERRAH / Tess Gerritsen

Korku / Gerilim ki özellikle de psikolojik gerilim ve tıbbi gerilim okumayı ve izlemeyi çok severim. Aradığım tür aslında tek bir yazarda toplanmış ve ben yeni keşfetmişim. Tess Gerritsen !

Okurken çok keyif aldım. Sonu bilinen ve insanda ucuz amerikan filmlerinde hissi uyandıran gerilimler okumaktan sıkılmıştım.

Gerçekten başarılı bir kurgu söz konusu, tabi yazarın gerçek hayatta da bir tıp doktoru olması kitaptaki ayrıntıları çok daha gerçekçi kılmış.

Bundan sonra tüm seri ve bağımsız kitaplarını gözüm kapalı okurum. Tarzını ve üslubunu çok sevdim.

Edebi beklentisi olmayan ancak macera/gerilim arayanlar için tek solukta okunacak bir roman.

Tanıtım yazısı:
Tess Gerritsen tıpkı kahramanının neşterini kullandığı gibi kalemini ustaca oynatıyor.

Bu romanın her satırından kan sızıyor... Kitaba adını veren, planlı ve kanlı katil Cerrah gerilimi her an ayakta tutuyor.

Dr. Catherine Cordell Savannah'da seri cinayetler işleyen bir katilin vahşi saldırısına uğramıştır. Saldırgandan onu silahla vurarak kurtulmayı başarmıştır. Şimdi Boston'dadır. Ancak başka bir katil bu kentte de gerilim yaratmaktadır. Kadınların rahimlerini kesip alan ve korkunç işkencelere tabi tutan adama Cerrah adı verilmektedir. Catherine Cordell birdenbire bu katilin de hedefi haline gelecektir.

Çok satanlar listesinin müdavimlerinden Tess Gerritsen'in insan bedenini ve ruhunu en ince ayrıntısına kadar tarif ettiği tıbbî gerilim romanlarından beşincisi olan "Cerrah", inandırıcı kahramanları, sürükleyici diyalogları ve sürekli tırmanan gerilim duygusuyla bu türü sevenlerin hayran olacağı tarzda bir roman.
(Tanıtım Bülteninden)


6) KIRMIZI BİSİKLET / Can Dündar

(D&R daki tanıtım yazısı dışında ekleyeceğim tek şey müthiş bir babalar günü armağanı olacağı)

Önce ürkerek bastı pedallara... Kırmızı bisikletin dengesi bozuldu. Fark ettirmeden seleden tutup düzelttim.

Acemi sürücüyü iltifatlar ve ıslıklarla yüreklendirdim.

Şimdi bazen arkasından tuttuğumu bilmeden bisikleti kendisinin sürdüğünü sanıyor, bazen ise tuttuğumu sanıp gerçekten kendisi sürüyordu.

Zamanla bisikleti kimin yönettiğini ayırt edemez oldu.

Oysa ben farkındaydım:
Kırmızı bisiklet uçmaya hazırlanıyordu.Kırmızı Bisiklet'te Can Dündar "baba olma" serüvenini, kendi yaşadıkları üzerinden okurlarla paylaşıyor. Kendi babasıyla ilişkisini, "babba" kelimesini ilk duyduğunda yaşadığı coşkuyu, başlardaki uykusuz gecelerde hissettiklerini ve onu takip eden, "Hangi masalı okumalı, hangi oyuncağı almalı?" gibi endişeleri, bütün içtenliğiyle dile getiriyor.

Ve kırmızı bisikletin iki tekerlek üzerinde seyretmesiyle uyanan, "Hangi okula göndermeli, tarihi nasıl anlatmalı, doğumu nasıl öğretmeli, beladan nasıl esirgemeli?" gibi kaygılarla, giderek bir yol arkadaşına dönüşen oğluyla ilişkisini anlatıyor.

Can Dündar, Kırmızı Bisiklet'in 20. baskısını hazırlarken kitabı elden geçirerek yeniledi. Kendi yaşadıklarının yanı sıra başkalarının deneyimlerine; günümüz çocuklarının, gençlerinin ve anne babalarının sorunlarına da yer veren yazar, kitabın yeni halini, yakın zamanda kaybettiği babasına vedasını anlattığı yazılarla sonlandırdı.


7) TERZİ / Aşkım Kapışmak

Benim tanıdığım bildiğim Aşkım Kapışmak kişisel gelişim, aile / eş terapisi, psikoloji, davranış bilimleri ve beden dili uzmanıydı bu kitabı okuyana dek. Bu kitabın roman olduğunu fark ettiğinde karar verdim almaya. Hiç bir edebi değeri olmamasına rağmen kitabın başında verdiği ve her anne babanın mutlak okuması gereken bilgiler kadar, romanın kahramanının  (gerçek hayattaki bir danışanının hikayesi olduğunu söylüyor yazar)  duygularını ve yaşadıklarını dile getiriş biçimi de okunmaya değer bence. 

Başta ebeveynler olmak üzere, çocuk psikolojisi üzerine çalışan, içinde çocuk barındıran her kurum ve kuruluş çalışanının da okuması gerekir diye düşünüyorum.

Çocuğunuzu tacizden korumak için önlem almak kadar tacize uğramış ve içine kapanmış bir çocuğu farke ederek kendisiyle barıştırmak ve topluma kazandırmak da büyük önem taşıyor aslında. Ve diğer yanda her ne kadar rahatlıkla telaffuz edilemese ve dudak uçuklatacak kadar ürkütücü gelse de ensest ilişki gerçeği!!!

Konu bir taraftan ensest bir ilişiye parmak basarken diğer taraftan, tacize uğrayan çocuklarda açılan derin yaraları ve yaşama tutunmaya çalışırken diğer yandan içten içe boğulmalarını gözler önüne seriyor.

Utanç verici bir aile dramı yaşayan Cesur'un, hayatta kalma, hayata tutunma çabası ve konuya ilişkin Aşkım Kaışmak tarafından yapılmış aa psikolojik değerlendirmeleri içeriyor.

Tanıtım Yazısı şöyle:
Yanından öylece geçip gittiğimiz, bazen acıdığımız, bazen ayıpladığımız, bazen komik ve eğlenceli bulurken bazen de kendimizi şanslı hissetmek için yargıladığımız, gerçekte empati kuramadığımız eşcinselliğe ve otizme dair 'Cesur' bir hikâye...

Üstelik gerçek... Üstelik derin... Deniz Akkaya
Bedenime ilk babam dokundu...Gel oğlum yanıma...Kimseye söylemeyeceksin bu oyunu, tamam mı oğlum..."

Dünyaya geldiğinde bomboş bir tuvaldir insan. Etrafındaki herkes alır eline fırçayı bir renk katar, bir resim yapar üzerine. Biten resim sensindir, seni anlatır. Seni o fırçalardan çıkanlar var eder. Bazen istemezsin, bazılarını silersin ellerinle, yenisini çizer boyarsın. Bazılarını silecek malzemen yoktur, onlar hep bir iz olarak kalır. Babamın üzerime yaptığı resmi silmeyi başaramadım, daha beterini yaptım:
Silmeye çalıştıkça anlamsız bir karanlık çıkardım ortaya.Bu kitabı okumayı bitirdikten sonra unutacaksınız beni, hayatınıza dönüp kaybolacaksınız, çünkü bizim gibiler sessizdir, kimseye anlatamazlar. Onlarsa kimse görmesin diye kuytuda hallederler işlerini. Sessiz çığlıklarımız sarar dünyayı ama kimse duymaz sessizliğimizi.Kişisel gelişim kitapları ile tanıdığımız Aşkım Kapışmak bu kez sürükleyici ve çarpıcı bir romanla çıkıyor karşımıza.


8) KIZ BÖCEKLERİ  / Musa Tahir CEYLAN

 Bu kitabı salt kapağı için görüp aldım ve bir adı için elbette. Yazarı hiç okumamış ve duymamıştım. Genellikle arkasını okuma, çeşitli kitap sitelerinden ve bloglardan alacağım kitabı araştırma sonucu karar vermeme rağmen bu kez sadece iç güdülerimle hareket ederek aldım bu kitabı.

Olmazsa olmaz değildi bittiğinde ama iyi ki okudum kategorisinde yerini aldı yine de. Ebebi anlamda gerçekten dolu, tümceleri ve betimlemeleri yerinde ve tatmin edici. 

Takıntılı bir öğretmenin tek düze ve alışılmışın dışında hikayesi olarak başlayan roman, önce bir sağlık ocağında memurluğa akabinde de tamamen yoksulluğa düşmesi ve işsiz kalmasıyla son buluyor.

Öyle kızlar, böcekler, çiçekler gelmesin aklınıza. Bu kitapta betimlemelerle bir öğretmenin düşüşü ve tutunamayışı anlatılıyor. Edebi anlamda 10 üzerinden 8 i hak etse de konu, sürükleyicilik ve içerik açısından 5 puan aldı benden.

Tanıtım Yazısı:
Kadınlar yırtıcı hayvan misali, adamlar ise korka korka ölüme giden sürüler… Kızböcekleri gündelik dilin yavanlığına dilin sonsuz olasılıklarıyla başkaldıran bir metin. Bir ayrıkotunun; düzenin dişlileri arasında hayatta kalma uğraşı veren bir "tutunamayan"ın; erkeğin kadınla imtihanını sorgulayan Bektaş Toztoprak'ın romanı.
(Tanıtım Bülteninden)


 9) 1984 / George Orwell

okurken iktidar denilen kavramdan, içinde bu hırsı taşıyanların hepsinden yine nefret ettim...  Çünkü yazar, 1948 yılının penceresinden bakarak 1984 yılındaki baskıcı rejimi kurgularken, değindiği ayrıntılarla gerçekten de o baskıyı içinizde hissetmenizi sağlıyor. Düşünce Polisi var, Big Brother denilen partinin tepesindeki adamın her yerde broşürleri var, “Büyük biraderin gözü üzerinde” yazıyor nereye baksanız!
Parti propagandası eşitlikten bahsetse de halk ile yöneticilerin standartları arasında uçurumların olduğunu söylememe bile gerek yok, ve ne yazık ki halk bunun farkında değil , tam da tahmin ettiğiniz üzere!
Aşk, bağlılık, arkadaşlık, akrabalık duyguları köreltilmiş, aşk evliliği yapmak zaten yasak! Evlilik sadece partiye yeni çocuklar doğurmak anlamını taşıyor. Zaten çocuklar kendi anne babalarını partiye çok rahatlıkla ispiyonlayabilecek şekilde eğitiliyorlar. Kulaklarıma “en az 3 çocuk yapıınnn!” söylemi geliyor bu noktada, inanın kusacak gibi oluyorum kitabı okurken!
Parti “çiftdüşün” diye bir teknik geliştirmiş, bu sayede akla mantığa aykırı ne varsa “parti bağlılığı adına” rahatça sorgulamadan kabul edilebiliyor. Toplumsal hafıza tamamen yok edilmiş, hani “balık hafızalıyız” diyoruz ya, bu durum çok çok güzel parti menfaati için kurgulanıyor.
İzleniyorsunuz, telefonlarınız dinleniyor, sürekli propaganda altındasınız, düşünmeniz yasaklanmış, sorgulamanız söz konusu bile olamaz. Her evde mecburen var olan televizyonlarda hem propaganda yapılıyor, hem de ne yaptığınız, ne konuştuğunuz o televizyonlar aracılığı ile bir yerlerden izleniyor. Yazarın kurguladıklarının günümüzde gerçekleştiğini düşündüğümde, daha bir ürperdim kitabı okurken.
Kurgunun en çarpıcı taraflarından biri de resmi tarihin parti tarafından sürekli güncellenmesi! Evet, işlerine geldiği gibi eski gazeteleri, kitapları, belgeleri değiştiriyor, hepsini yeniden basıyor ve böylece geçmişteki suçları yok ediyorlar, hatta insanlar hiç yaşamamış gibi tarihten siliniveriyor.
 Demem o ki, kitabı okurken iktidar hırsının nerelere varacağını düşünmekten mide krampları yaşadım! Belki de bu kadar negatif bir ortam anlatıldığı için 15 gün sürüklendi elimde kitap, okurken geriliyor çünkü insan ister istemez, reddedesi geliyor zaman zaman , atıyorsunuz kitabı elinizden "yok artık!" diye söylenerek hem de!
Kitaptaki kahramanımız Winston, orta halli bir memur ve bütün bu propaganda ve baskıya rağmen partinin söylediklerinin yalan olduğunu düşünüyor, yasak olduğu halde aşık oluyor hatta, bu ne cüret!
Elbette düşünce polisi yakalıyor kendisini ve yıllarca süren işkencelere tanık oluyoruz sonrasında..
Yani ne diyeyim, herkesin okuması, ders alması, üzerinde düşünmesi gereken bir kitap bu. Evet keyifli değil içinde anlatılanlar; ama çarpıcı, sarsıcı, herkesin yüzleşmesi gereken gerçeklerle dolu bir kurgu var içinde..
Okuyun, okutun diyorum... (http://evdeyazar.blogspot.com.tr/2014/08/george-orwell-1984-kitab-ile-mide.html)
Tanıtım Yazısı:
İlk olarak orta okul yıllarında okumuş ve malesef ki hiç bir tat alamamıştım 1984'ten. Oysa onca yıl sonra yeniden okuduğumda aldığım tat katlanarak artmış ve neredeyse beni kendine bağımlı hale getirmişti. Bu kez altını çize çize, özümseye özümseye ve hatta sayfalarca not alarak bitirdim hem de 1,5 günde. 

Belirli bilinç düzeyi ve siyasi alt yapı öncesinde okumuş olmamdan kaynaklanmış olsa gerek sıkılmış olmam. Şimdi tekrar tekrar okumak için her yıl okuma planlarıma eklemeyi düşünüyorum.,



 

George Orwell 1984 Okuyacakların Dikkatine!


27 Ocak 2015 Salı

Okuma etkinliği düzenleyen ve pek çok katılımcı ile aynı anda aynı kitabı okuyup değerlendirme ve tartışma imkanı veren pek çok kulüp ve topluluğa üyeyim. Böylece her ay için hem zorunlu okuyacağım kitap sayısı artıyor hem de birlikte karar verip okumak için gündeme aldığımız kitabı birlikte okumanın keyfini yaşıyorum.

Hem düzenli okuma alışkanlığı edinme hem de etkilişimde bulunmak açısından oldukça faydalı söz konusu kulüplerden "Kitaperest" grubu Şubat ayı için takvimine George Orwel'dan "1984" ü aldı.

Ben bir kitaba başlamadan önce yazarını araştıran, geçtiği dönemi inceleyen ve eser hakkında içeriğini öğrenmeden araştırma yapmayı sevenlerdenim. Bu kez araştırdıklarımı kulüp üyeleri ve kitabı okuyacaklar için paylaşmaya karar verdim. Zira sadece paylaşacağım görseller bile kitabı okumak için ilham kaynağı bence. Fotoğraf yoğunluğunun da göstereceği üzre eser onlarca yüzlece baskı yapmış, çeşitli dillere çevrilmiş ve pek çok ülkede yayınlanmış. Zira zaten klasikler arasında yer alıyor ve ülkemizde de M.E.B tarafından önerilmekte. Bununla birlikte yazar eserini 1948 yılında tamamlıyor ve son iki haneyi yer değiştirerek 1984 diyor eserine ve 1950'de de hayata veda ediyor.

Konu gayet sıra dışı, türü ise distopya! Son dönemde pek çok distopik seri ünlendi okundu ancak yıllar önce Orwel tarafından yazılan bu eser pek çoğunun ilham kaynağı olsa gerek. Ütopik Siyasi içerikli bir eser olmakla birlikte her döneme de hitap ediyor aslında (Bu arada ben dayanamayıp kitaba inceden başladım 75.sayfaya geldim bu gece)

Konu ve içerik hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim elbette. Ancak görsellerden de göreceğiniz üzere bir takip edilme, gözlenme hikayesi okuyacağız. Oluşturulan Korkunç bir devlet sistemi, Big Brother denilen bir diktatör ve içinden çıkılamayan belleklerin uyuşturulduğu bir düzen bekliyor bizleri.

Haydı bakalım sıra görsellerde:




























Helikopter Aile Nedir?


20 Ocak 2015 Salı

Helikopter Aile Nedir?
Helikopter Aile (Helicopter Parents) terimi ilk defa Foster W. Cline ve Jim Fay tarafından 1990 yılında “Parenting with Love and Logic: Teaching Children Responsibility” kitabında kullanılmış ve Batı ülkelerinde öğretmenler ve diğer profesyoneller tarafından kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu terimin ilk çıkış hikayesi, bir çocuğun “annem başımda helikopter gibi dönüyor” şikayetiyle başlamış ve bu kitapta yer almıştır.
cocuklarini fazla koruyan aileler
Helikopter Anne-Babalar; çocuklarının başından ayrılmayan, etrafında pervane olan, her şeylerine yetişmeye çalışan, hayatlarına ve kişiliklerine müdahale eden, yorulmak bilmeyen anne babalardır. Günümüzde “helikopter aileler”, çocuklarının sosyal ve öğrenim hayatlarında onları çok yakından takip eden, çocuklarının üstlenmesi gereken sorumlulukları büyük bir hevesle üstlenen, evlatlarını tamamen kendilerinin uzantısı olarak gören, her sorunu onlar adına çözmekten mutlu olan ve daha da ileri giderek “Biz tıp okumak istiyoruz” diyebilen ailelerdir.
Bu tür anne babalar genellikle eğitimli, orta ve üst sınıf ailelerden gelmektedirler ve çocuklarından akademik olarak beklentileri çok yüksektir. Texas Üniversitesi’nden Patricia Somers, yaptığı bir araştırmada helikopter aile yaklaşımının sadece orta ve üst sınıfın gösterdiği bir davranış olmadığını, bu tür davranışların tüm gelir düzeylerindeki ailelerde, her iki cinsiyette ve tüm etnik kökenlerdeki bireylerde değişik biçimlerde görüldüğünü belirtmektedir.
Ailelerin her zaman çocukları ile ilgili endişeleri vardır. Bu, onların görev tanımlarının bir parçası haline gelmiştir. Bugün eskiye göre çok daha farklı endişeler taşımaktayız. İnsanların pekçoğu dünyayı korkutucu, rekabetçi bir yer olarak görmekte ve çocuklarının tek başlarına hayatta kalabilmelerinin sürekli olarak uyanık olmalarına bağlı olduğunu düşünmektedir. Avusturalyalı aile eğitimcisi ve uzmanı Michael Grose, “hiç tartışmasız, bugünün anne babaları, eskininkilerden daha çok çocuklarını izliyorlar ve korumacılar” demektedir. Yine, ailelerin çocuklarının keşfederek, yaşayarak öğrenmeleri konusunda isteksiz olduklarını, çocukça seçimler yapmalarından korktuklarını ve hayatı onlar için kolaylaştırarak mutlu olmalarını sağlamaya çalıştıklarını belirtmektedir.
cocuklarini fazla koruyan aileler
Helikopter aileler, çocuklarının ödevlerini yapıyor, her tür programını düzenliyor, farklı şehirde yaşayan çocuklarını bile sabahları uzaktan kumanda uyandırma görevini üstleniyor, hocalarını arayıp düşük notlar için hesap sorabiliyorlar. Sarah Briggs’in “Dünyanın en uzun göbek bağı” olarak nitelendirdiği cep telefonunun kullanımının da yaygınlaşmasıyla iyice kanıksamaya başlanan “helikopter ebeveynler”, tüm iyi niyetleri ile çocuklarının başarısı için çalışsa da aslında şu mesajı veriyor: “Sen beceriksizsin, bu genç yaşında hayatını dengelemeyi bilmen mümkün değil, işte bu yüzden ben devrede olmak zorundayım“. İşin ilginç yönü, çocuklar bu durumdan gayet hoşnut, önceki nesillerle karşılaştırıldıklarında inanılmaz bir teslimiyet sergiliyorlar, hayat onlara bu şekilde çok daha kolay geliyor çünkü bir anlamda bu genç yaşlarında hem sekreterleri, hem şoförleri, hem kişisel asistanları var.
Peki neden böyle oluyor? Grose, doğrudan  medyayı işaret ederek, “kötü haberlerle ilgili günlük bombardıman nedeniyle, ailelerin dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu düşündüklerini ve doğal olarak çocuklarını koruma tepkisi verdiklerini” söylemektedir. Bugünün aileleri, doğal olarak çocuklarının geleceği için endişelenmektedirler. Bu baskı ile karşı karşıya kalan aileler, çocuklarının ev ödevlerini kontrol etmeyi veya onların sınırlı olan boş zamanlarından ödün vermeyi kendilerine bir görev olarak görmektedirler.
Bununla birlikte, aile ve toplum yapısındaki köklü değişiklikler de aynı zamanda önemli bir rol oynamaktadır. Farklı kuşakların bir arada olduğu aile yapılarının ortadan kalkmaya başlaması çocukları diğer yetişkinlerden soyutlamaktadır. Bunun anlamı şudur; büyük anne, büyük baba ya da komşularımızın, çocuklarımız sokağın köşesindeki markete giderken veya arkadaşının evinde oyun oynayıp bisiklete binerken onlarla daha az ilgilenmeleri ve dikkat etmeleridir. Bunlar artık tamamen anne babaların görevidir.  
Helikopter Aile İle Yetişen Çocukların Özellikleri ve Toplumsal Sorunlara Etkisi 
Son yıllarda “helikopter aile” olarak adlandırılan bu durum uzmanlarca bir psikolojik ve sosyolojik sorun olarak ele alınmaktadır. Bu anlamda Helikopter Anne-Babaların Türkiye’de de çok yaygın olduğu görülmektedir.
cocuklarini fazla koruyan aileler
Helikopter aileler, çocuklarının bireyselliğinin gelişmesini kendilerine tehdit görmekte ve onlara bağımlı olması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Çocuklarının bağımsız, kendi kendine yeten bir birey olmasını tehdit olarak gördükleri için çocukların değişim, gelişim çabalarına engel olmakta ve kendilerine bağımlı olmaya zorlamaktadırlar. Bu durum çocuğun kendine yetemeyen, değersiz, güvenilmez biri olmasına neden olduğu gibi kimlik gelişimlerine de engel olmaktadır.
Aşırıcı korumacı çevrede büyüyen, her sorunu anne babası tarafından çözülen, kendi kararlarını kendi alamayan çocukların en belirgin özelliklerini şu şekilde sıralanmaktadır; şişirilmiş bir egoya sahip olma, düşük öz saygı ve yeterlilik duygusu, bastırılmış kişilik, sağduyudan yoksun olma, karar vermekte zorlanma, problem çözme becerisi gelişmemiş olma, daha iyiyi yapma ve çabalama isteği düşük olma, çok güçlü aile bağına ve aileye bağımlı olma.
Bu özellikler, bu tür çocukların sadece en belirgin özellikleri olarak yer almaktadır ve bu liste daha da artırılabilir. Çünkü aşırı koruyucu anne baba olmak, çocuğun normal gelişimine müdahale eden bir yaklaşımdır. Dolayısıyla çocuğun da normal bir gelişimi olmayacaktır. Birçok becerileri eksik, psikolojik problemler yaşamaya yatkın, iş ve özel hayatında problemler ve başarısızlıklar yaşayan bir birey olarak yetişme olasılığı çok yüksektir.
Bütün aileler çocukları için en iyi olanı sağlamak ve onların hayatlarını kolaylaştırmak isterler. Bu iyi niyetli istek bazan çok aşırı biçimde ortaya konup uygulandığında, çocuklar için zararlı, zorlayıcı ve yardım etmekten uzak bir hal almaktadır .
Kendi ayakları üzerinde durabilen sağlıklı bir birey olarak yetişemeyen gençlik sadece aileler için değil, toplum için de bir sorundur. Kendine yetemeyen, anne babasına bağımlı, öz güveni düşük çocuk, geleceğin sorunlu bir yetişkini olarak toplumda yer alacaktır.
Bu şekilde büyüyen ve yetiştirilen gençlerin hayatlarında başarısız olması ve psikolojik problemler yaşaması da kaçınılmazdır. Sağlıklı bireyler olarak yetişmeyen insanların, sağlıklı bir toplum oluşturması da düşünülemez. 
Sağlıklı Davranışlar İçin Neler Yapılabilir?
Çocuklarımıza iyilik yaptığımızı düşünürken, onların hayatta kalabilmek için gerekli olan becerilerini ve kendi koruyucu kalkanlarını geliştirmelerine engel olmamalıyız. Bizler, çocuğumuzun hayat boyu eli, ayağı, beyni ve koruyucusu olamayacağımıza göre, onların kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak deneyimleri yaşamalarına imkan tanımalıyız.
Eğer siz de birer helikopter anne babaysanız bunun farkına varmanız ve çocuğunuzun kendi hatalarını yaparak-yaşayarak öğrenmesine, hayal kırıklıkları yaşamasına ve bununla başa çıkmayı öğrenmesine, hayatla mücadele etmesine izin vermelisiniz.
Çocuğunuzun akademik başarısına takılıp, kişiliğini bastırmayın. Çünkü sadece okulda başarılı olması mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmesinin, hayatta başarılı olmasının hiç bir zaman garantisi değildir. Hayatta başarılı olmasının garantisi sağlıklı bir kişiliğe sahip olması, normal gelişim aşamalarından geçerek sağlıklı bir anne baba tutumuyla büyümüş olmasına bağlıdır. Bunun için nereye kadar koruyacağız nerede aşırıya kaçıyoruz bu çizginin çok iyi belirlenmesi gereklidir. Bunu nasıl belirleyeceğiz? Fuller, bunu belirlemenin basit bir kuralı bulunduğunu belirtmektedir. “Çocuğunuz için sürekli birşeyler yapmaya çalışmayın, onlar kendileri için birşeyler yapabilirler” demektedir.
Karar verebilmek için kendinizi sağlam bilgilerle desteklemeniz gereklidir. Bilmediğiniz konularda korkular geliştirirsiniz. Örneğin çocuğunuz internette gezinirken sürekli oralardan gelebilecek tehlikeleri ararsınız. Bunun yerine oradan gelebilecek tehlikelerin bilinmesi konusunda çocuğunuza yardımcı olmalısınız.
Çocuğunuzun ihtiyaçlarında gözönünde bulundurmanız gereken gerçekler onun huylarına ve olgunluk seviyesine göre belirlenmelidir. Çizginizi nereye kadar sınırlandıracağınız buna bağlıdır. Örneğin, ikinci sınıfa giden bir çocuğun takım antrenmanı için 10 dakikalık bir yürüyüşle gidebiliyor olması ve yakındaki alış veriş merkezlerine tek başına gidebilmesi onun bir sonraki yıl için biraz daha bağımsızlık sınırlarının arttırılması için cesaretlenmesi anlamına gelmektedir. Burada ailenin yapması gereken, çocuğun gidebileceği alanlara öncelikle birlikte gidip yol göstermek ve güvenli bir şekilde bunu nasıl yapabileceğini anlatmak daha sonra onu kendi gidebileceği konusunda desteklemektir. Bu davranış çocuğun kendine olan özgüvenini de destekleyecektir.
Son olarak, başarı ile ilgili bazı kavramları ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Ölçülebilir sonuçları olan yaratıcı etkinlikleri yapmamız bizim için çok daha değerli olabilir. Belki de anne babaların, çok başarılı bir çocuk yerine, mutlu ve keyifli bir çocuğa sahip olmaları gerektiğini akıllarından çıkarmamaları gereklidir. 
 Yazar: Dr. Zeki PEHLİVAN
TED Ankara Koleji Vakfı Okulları
Kalite ve Strateji Geliştirme Koordinatörlüğü
Eğitim Uzma


Not: Yukarıdaki makale EğitimPedia.com dan alınarak düzenlenmiştir.

Anne ve Çocuklar için İlham veren KARELER




Anneler ve biricik kuzularına ilham olması dileğiyle...


















© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.