BİRİ BAĞIMLILIK MI DEDİ? ÇOCUĞA BAĞLILIK YA DA
BAĞIMLILIK
Bağlılık ve bağımlılık arasında dağlar kadar farklar
vardır. Bağlılık, kişinin hem kendisini hem de karşısındaki bağlı olduğu kişiyi
mutlu ve huzurlu hissettiren, güven veren bir durumdur. Bağlılık bağı kurulan
kişilerin özgüvenlerinin geliştiği ve sıcak bağların kurulduğu muhakkaktır..
Bağımlılık durumunda ise ciddi bir kaygı düzeyi ve kaybetme korkusu, yetememe
hissi doğrultusunda öz güven eksikliğine söz konusudur. Bağımlı kişilerin
diğerleri ile kurdukları ilişkiler de sağlıklı değildir.
Tüm bebekler doğduklarında bakıma muhtaç ve
çaresizdir. Ve bu bebeklerin hayata tutunmasını sağlayan kişiler de genelde
annedir. Bebek doğduğu an itibari ile anneye bağımlıdır ve bu durum beşinci aya
kadar devam eder. Ancak bu süreden sonra bebek güvenle bağladığı annesinden
farklı odakları da keşfeder ve dışarıya yönelmeye başlar. İlerleyen aylada 88-9.
Aylar gibi) yavaş yavaş anne kucağından uzaklaşarak çevreye odaklanmaya, yerde
yuvarlanmaya ve hatta diğer insanlardan keyif almaya başlayacaktır. İşte bu
süre fiziksel olarak ilk uzaklaşma sinyalleri, adımlarıdır. Kucaktan inme
sürecidir bir anlamda ve bağımlılık zırhından kurtulma yolunda atılmıştır bu
adım biraz da. İşte bu dönemden sonra artık annenin de bebeğine kendisinden
sağlıklı şekilde ayrılması ve bağımsızlığını destekleyici nitelikte davranışlar
sergilemesi gerekmektedir. Anneler, bebeklerinin fizyolojik ihtiyaçlarını nasıl
önemseyip hemen sorunu gidermeye çalışıyorsa, psikolojik ihtiyaçlarını da
bilmeli ve davranış tutumlarını ona göre şekillendirmelidirler.
Bağımsızlık ilanının akabinde zaman zaman
annelerin çocuğun bireyselleşme atağını görmezden geldiğini görüyoruz. Sevgili
evladına çok düşkün cefakar anneler çok koruyucu ve bağımlı davranışlar
sergileyerek bebeğin bağımlı olması yolunda ilk adımı atabiliyorlar.
Yapınan araştırmalara göre her 100 annenin 10’u
çocuğuna bağımlı maalesef günümüzde. Aslında bu oranın da sürekti artması yeni
nesil annelerin aşırı kaygılı olmaları ve evlatlarını korumak adına onlar için
fazladan adım atmalarından kaynaklanıyor bir nebze de bence. Zaman zaman
Sudelina adına benim de benzer girişimlerim olduğunu itiraf etmem gerek ancak
parkta sokakta ve evde çok müdahaleci olmadan kendisi yapabileceği konularda
destekleyici olmayı tercih etmeye çalışıyorum. Öyle zamanlar oluyor ki anne
yüreğimi söküp atmayı düşünüyorum ve yardım istemediği zamanlarda müdahale
ettiğimde de kendime çok kızıyorum.
İçinde bulunduğumuz günümüz kronik kaygılı modern
annelik çağında ben kesinlikle bağımlılıktan uzak çocuk yetiştiriyorum demek
elbette imkansız olsa da mümkün olduğunda kriterlere dikkat edersek en azından
sağlıklı olma yolunda çocuklar yetiştireceğimiz aşikar.
Bu kriterler de işte şöyle sıralanıyor:
-
“O yapamaz, ben onun yerine yaparım .” den
vazgeçmek ilk yapılacak olan şey. Bu cümle bağımlı bir annenin en sık
kullandığı cümledir demek yanlış olmaz. Bırakalım biz değil de kendisi
yapsın. Bizim yapabildiğimizi kanıtlamaya ihtiyacımız yok ancak
çocuğumuzun bunu görmeye ve kendisi yaptığının haklı gururunu yaşamaya
ihtiyacı var. Bırakalım parkta kendisi tırmansın merdivenleri (tabii ki
gerekli önlemleri almak ve güvenliğe dikkat etmek koşuluyla)
-
“Ya başına bir şey gelirse?” Fazla
koruyucu tavır, çocuğun ileride kendi başının çaresine bakamayacak hale
gelmesine, yaşadığı zor bir olay karşısında aşırı korku, endişe ve çaresiz
hissetmesine sebep olacaktır. Neden başına bir şey gelsin ki! Biz
büyüdük ve başımıza bir şey gelmedi sakin olun lütfen!
-
“Kendime hiç vakit ayıramıyorum.” Unutmayın
ki siz mutlu olmadığınız, kendi fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarınızı
karşılamadığınız sürece karşıya olumlu geri dönüş yapamazsınız. Uçaklarda
bile öncelikle annenin maskesini takması gerektiğini anımsatırım size.
Çocuk oynayacak oyalanacak bir şeyleri siz yanında değilken de bulabilir
ve keyifli vakit geçirebilir. Eğer ben olman hiç durmaz ki diyorsanız yine
hata sizde demek ki alışması için gereken adımları atmamışsınız. Sudelina
ben olmadan hiç durmayan, bana bağlılıkla-bağımlılık sınırında bir
çocuktu. Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki onun kendi kendine oyalanması
için hiç fırsat vermeyen ve böyle alıştıran tamamen benmişim. Okula alışma
sürecinin ne kadar sancılı olduğunu bloğuma yazmaya bile cesaret edemedim.
Oul yöneticimizin Sudelina’nın sesi (ağlaması) ile çalışıyoruz demesi hala
kulaklarımda. Ancak alışmak zorundaydı/alışmak zorundaydım. Neden mi?
Kendime bırakın vakit ayırabilmeyi kişisel bakımımı bile yapamıyordum. Saçları
1000 wolt elektrik akımına kapılmış gibi gezen biri gördüyseniz geçmişte
işte o tam da bendim. Ağlıyordum, mutsuzdum ve derinleşmeye bağlayan bir
depresyona girdiğimin bilincindeydim. Peki ya Sudelina! O mutsuz annenin
mutlu prensesi miydi? Tabi ki hayır elbette ki benden etkileniyor daha da
huzursuz oluyordu. Sözün özü demen o ki hayata bir kere geliyoruz ve tek
görevimiz anne olmak değil, ayrıca neden sadece anne olmak olsun ki birey
olarak ayakta durmaya hakkımız yok mu? Bizim hatamız eskilerde
görmediğimiz ilgiyi kendi çocuklarımıza aşırı göstermek sanırım.
Peki bizim gibi sınırdaki
bağlılık-bağımlılık sınırı) annelerin çocukları nasıl bir davranışlar
sergiliyor?
Bu çocuklar tıpkı Sudelina gibi öncelikle okul adaptasyonda
zorlanıyorlar. Anneden uzak kalmak istemiyor ve anne sürekli yalnızca ona
aitmiş gibi davranıyorlar. Okula başladıkları
dönemde evden ayrılacak, anneden uzak kalacak olmak onlarda yoğun anksiyeteye
sebep oluyor. Anneleri ya da babaları olmadan her hangi bir sosyal ortamda
bulunmak, sosyal faaliyete katılmak istemiyorlar ve sürekli ebeveynleri
yanlarında dolaşsın istiyorlar.
Yine tıpkı Sudelina’da yaşadığımız ve hala zaman
zaman yaşamakta olduğumuz gibi uyku zamanlarında sorunlar ortaya çıkıyor.
Anneleri olmadan uyumak istemiyorlar ve anne yanlarında olsa da bırakabilir
ihtimali ile uykuya dalmamakta ısrarcı oluyorlar.
Başka bir ciddi risk faktörü ise annesi olmadan
hiçbir şey yapamayan, yapmak istemeyen çocuklar ileride kurduğu ilişkilerinde
de kişilere bağımlı kalabilir ki bu da sosyal hayatlarında kendileri için hiç
hoşlanmayacakları sonuçlar doğurabilir.
Haydi ilk adımı atın!
Çocuğunuzun psikolojik gelişim süreçlerini takip
edin ve ona göre tutumuzu da değiştirin.
Çocuğunuz ve siz ayrı birer bireysiniz. Onun da
sizin de kendinize özel zamanlara ihtiyacı var. Ona ve kendinize bu zamanı
oluşturmak için fırsat verin.
Önce siz sonra çocuğunuz! Siz hem fiziksel hem de
psikolojik olarak sağlıklı olmadan çocuğunuza sağlıklı yatırım yapamazsınız.
Kendinize değer verin, kendinize vakit ayırın.
“Çocuklar düşe kalka büyür.” lafını hatırlayın.
Tabi ki bırakın ne hali varsa görsün demiyorum ama sorunları ile başa çıkması
için fırsat verin. Destekleyici olun ama üstlenmeyin!
Ona sorumluluklar verin, kendi sorumluklarını
yerine getirmeyi öğretin. Sorumluluk almakta zorlanıyor ise ilk başlarda ödül
yöntemini kullanabilirsiniz.
Yol gösterin ama o yolu onun için
yürümeyin. Bu defa çocuğunuz nasıl yürüyeceğini öğrenemez.
Pınar SEVİM
06.04.2015
Karşıyaka
Hiç yorum yok
Yorum Gönder