"Duygu Ekonomisi ve Eğitimde Yeni Paradigma: Sistem Aklıyla Sürtünmesiz Bir Geleceğe"


14 Kasım 2024 Perşembe


"Duygu Ekonomisi ve Eğitimde Yeni Paradigma: Sistem Aklıyla Sürtünmesiz Bir Geleceğe"

Uğur Batı, Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumunda, modern eğitim ve liderlik yaklaşımlarına dair güçlü eleştiriler getirerek, duygusal zekâ ve kolektif bilincin etkili eğitim süreçlerinde nasıl yer bulması gerektiğini gündeme taşıdı. Duygu ekonomisi kavramı çerçevesinde ele aldığı holistik ve kavramsal modellemelerle, Batı, liderlik yanılgısından soft skills gelişimine kadar birçok çarpıcı konuyu masaya yatırdı. Gelin bu önemli başlıkları derinlemesine inceleyelim.

Holistik Modelleme ve Güney Kore Eğitim Sistemi

Batı’nın konuşmasında öne çıkan holistik modelleme, eğitim sistemlerinin bütüncül bir yaklaşım benimsemesi gerektiğine işaret ediyor. Özellikle Güney Kore eğitim sisteminin bu anlamda başarılı örneklerden biri olduğuna dikkat çekiyor. Bireyi yalnızca akademik başarısına göre değil, sosyal ve duygusal zekâ yönünden de değerlendirmenin önemini vurgulayan Batı, bu sistemin Türkiye’de de uygulanabilir olduğunu savunuyor. Holistik model, öğrencilerin yalnızca sınav başarısına odaklanmak yerine, toplum için faydalı, yaratıcı bireyler olarak yetiştirilmesine olanak tanıyor.

Etkin Öğrenme ve Lider Yanılgısı: Yeni Bir Atatürk Pedagojisine Duyulan İhtiyaç

Batı, eğitimde yalnızca liderlerin fikirleri etrafında şekillenen bir sistemin eksikliklerini ifade ederken, Türkiye’de yeni bir Atatürk pedagojisine ihtiyaç olduğunu dile getiriyor. "Lider yanılgısı" olarak tanımladığı bu durum, tek bir figürün ya da fikrin her zaman en doğru yönlendirici olmayabileceğini gösteriyor. Etkin öğrenmenin, çocuklara eleştirel düşünme ve bağımsız hareket etme yetisi kazandırmakla mümkün olduğuna inanıyor. Bu bağlamda, öğrencilere yaratıcı düşünme, diyalektik ve tersine düşünme gibi yeteneklerin kazandırılmasının önemini vurguluyor.

Kavramsal Modelleme ve Diyalektik Tersine Düşünme

Uğur Batı’nın "kavramsal modelleme" vurgusu, öğrencilerin eğitim sürecinde kavramları özümseyerek öğrenmelerini ve bilgiyi eleştirel bir biçimde değerlendirmelerini amaçlıyor. Batı, özellikle diyalektik tersine düşünme tekniğinin öğrencilere kazandırılmasının, onların karmaşık problemler karşısında çok yönlü düşünmelerine katkı sağlayacağını belirtiyor. Diyalektik düşünme, geleneksel eğitim sisteminde eksik kalan bir beceri; oysa bu yöntemle öğrenciler, mevcut durumların yalnızca olumlu yönlerini değil, aynı zamanda zayıf ve geliştirilmesi gereken noktalarını da fark edebiliyorlar.

Soft Skills ve Sürtünmesizlik: Gresham Yasası’nın Eğitime Uyarlanışı

Günümüz iş ve eğitim dünyasında, teknik bilgi kadar “soft skills” olarak adlandırılan iletişim becerileri, takım çalışması, empati gibi niteliklerin de değeri artmış durumda. Ancak Batı, bu becerilerin geliştirilmesinin önünde duran bir “sürtünme” olgusundan bahsediyor. Bu noktada Gresham Yasası olarak bilinen “kötü paranın iyi parayı kovması” ilkesini eğitime uyarlayarak, kötü fikirlerin çoğu zaman iyi fikirlerin önünü kestiğini ifade ediyor. Batı’ya göre, eğitim süreçlerinde bu tür “sürtünmesiz” bir sistem kurmak, yeni ve yaratıcı fikirlerin yeşermesine olanak tanıyacaktır.

Bilimsellik Eksikliği: Meta-Analiz Kullanımı

Batı, eğitim sistemindeki bilimsel yaklaşım eksikliğine dikkat çekerek, meta-analizlerin daha fazla kullanılmasının gerekliliğini vurguluyor. Eğitimde bilimsel verilerden yeterince faydalanılmadığını savunan Batı, veriye dayalı sistemlerin, öğrenci başarısını artıracak etkili yöntemlerin uygulanmasına yardımcı olacağını belirtiyor. Veriye dayalı olmayan yöntemlerin eğitim sistemine hâkim olması, sistemin bütüncül gelişimini engelliyor.

Konuya Nasıl Baktığımız ve Derin Sistem Aklı

Batı’nın konuşmasında dikkat çektiği bir diğer önemli kavram ise “konuya neyi gördüğümüzle ilgilidir” ifadesi. Bu, eğitimde yüzeysel çözümler yerine konunun derinliklerine inen, bütüncül bir bakış açısı gerektiriyor. Batı, Derin Sistem Aklı olarak adlandırdığı bu düşünce sisteminde, ortalamanın dengesini ararken en iyiyi bulma çabasının yer aldığını ifade ediyor. Ancak bu çabanın, sistemi bir bütün olarak düşünmeden, sadece mükemmeliyeti hedef alarak yapılması, beraberinde dengesizlikleri de getirebilir. Sistem aklı, eğitimde başarıyı getirecek en önemli unsurlardan biri olarak ele alınıyor.

Wed Birlikteliğin Zekası ve Süper Tavuk Etkisi

Batı, eğitimde bireylerin bir araya gelerek daha yüksek bir zeka seviyesine ulaşabileceğini savunan bir kavram olan “Wed Birlikteliğin Zekası” üzerinde duruyor. Bu bağlamda Süper Tavuk Etkisi olarak adlandırdığı olgu ile, bir grubun en güçlü üyelerinin bile iş birliği eksikliğinde başarısızlığa uğrayabileceğini ifade ediyor. Eğitimde rekabet yerine iş birliğine odaklanmak, hem bireylerin hem de toplumun daha ileri bir noktaya ulaşmasını sağlıyor.

Uğur Batı’nın görüşleri, eğitimde yalnızca bireysel başarıya değil, aynı zamanda iş birliğine, bilimsel yaklaşıma ve sistem aklına dayalı bir modelin gerekliliğini ortaya koyuyor. Eğitimin geleceği için, bireylerin düşünsel esnekliğe ve duygusal zekâya sahip olduğu bir paradigma değişimine ihtiyaç duyduğumuz açık. Batı’nın işaret ettiği bu noktalar, eğitimciler ve ebeveynler için bir rehber niteliği taşıyor.

⁠"Geleceği Şekillendirmek: Çocuk Eğitiminde Özgür Bolat’tan Duygusal Rehberlik"


Özgür Bolat’ın Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumundaki sunumu, çocukların psikolojik gelişiminde yapılan bazı kritik hataları ve doğru yaklaşımları ele alan önemli noktalar içeriyordu. 

Bolat, Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumu'nda özellikle çocukların değer algısı ve özgüvenleri üzerindeki etkileri üzerinden ebeveyn ve eğitimcilerin rolünü vurguladı. İşte bu sunumdan aldığım notların bazılatrı;

Çocukların Duygusal Gelişimi ve Aşağılama

Özgür Bolat’ın konuşmasında özellikle dikkat çektiği konulardan biri, ebeveynlerin istemeden de olsa çocukların değer algısını zedeleyen söylemleriydi. Örneğin, “Buna hiç ağlanır mı?” ya da “Bu kadar şeye üzülünür mü?” gibi ifadeler, çocuğun duygularını değersiz hissetmesine neden oluyor. Bir çocuğa duyduğu üzüntüyü küçümsemek, aslında ona hissettiği duyguların yanlış olduğunu ve hatta bu duygulara sahip olmaması gerektiğini öğretmek anlamına geliyor. Bu tür yaklaşımlar, çocukların kendi duygularını bastırmalarına ve uzun vadede duygusal ifadesizlik geliştirmelerine neden olabilir.

Şartlı Sevgi ve Kusursuzluğa Bağlanan Sevgi

Çocuğa küsmek ya da sevgiyi belirli şartlara bağlamak, Bolat’ın özellikle eleştirdiği başka bir yaklaşım. Örneğin, “İstediğimi yapmazsan sana küserim” şeklindeki bir tutum, çocuğa sevgiyi koşula bağlı bir kavram olarak öğretiyor. Oysa sevgi koşulsuz olmalı ve çocuk, ebeveynlerinin sevgisini hissetmek için belirli bir davranışı sergilemek zorunda kalmamalı. Bu koşullu sevgi anlayışı, çocukların ileride sağlıklı ilişkiler kuramamasına ve başkalarının onayını arayarak kendini kanıtlama ihtiyacı duymasına neden olabilir.

Yemek Yedirme, Utandırma ve Aşağılama

Çocuğa “Sen beceremezsin” veya “Sana yakıştıramadım” gibi ifadeler kullanarak yetersizlik hissi aşılamak da Bolat’ın üzerinde durduğu önemli bir konu. Çocuğu utandırmak, bir insanın yaşayabileceği en ağır duygulardan biri olan utancı tetikler; hatta Bolat, utancın ölüme en yakın duygu olduğundan bahsediyor. Çocuklara yemek yedirme gibi konularda bile, zorlayıcı ve baskıcı bir tavır yerine, sağlıklı bir iletişim kurmanın önemini vurguluyor. Çocuğa beceremeyeceğini hissettirmek, onun özgüvenini zedeler ve kendi kabiliyetlerine güven duymasını zorlaştırır.

Duygusal Sorumluluk ve Mutluluk Algısı

“Kimler çok üzülüyorum diyor?” veya “Annemin duygusundan ben sorumluysam, beni kim mutlu edecek?” gibi sorular üzerinden, Bolat çocuklara bireysel mutluluk kavramının öğretilmesi gerektiğini belirtiyor. Eğer bir çocuk, ebeveyninin duygusal durumundan kendini sorumlu hissediyorsa, kendi mutluluğunu ikinci plana atıyor ve ileride başkalarını memnun etmek adına kendi ihtiyaçlarını bastırmaya başlıyor. Çocuklar, mutlu olmayı başkalarının sorumluluğuna bağlamamalı; bu durumda bireysel bir mutluluk arayışını değil, başkalarından onay ve memnuniyet arayışını öğreniyorlar.

Ödül ve Ceza Sisteminin Etkileri

Bolat, ödül ve ceza sistemlerinin de çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini savunuyor. Örneğin, “Ödevini yapmazsan …” veya “Yemek yemezsen büyüyemezsin” gibi ifadeler, çocukta korku yaratmaya ve davranışlarını bu korku ile şekillendirmeye neden olabilir. Çocukları korkutmak yerine, yaptıkları şeyin önemini anlamalarını sağlayarak kendi iç motivasyonları ile harekete geçmeleri teşvik edilmeli.

Övgü ve Yetenek

“Beni övgü ile cezalandırma!” diyerek, Bolat övgü kavramına da farklı bir bakış açısı getirdi. Bir çocuğu sürekli övmek, bir süre sonra onun bu övgüye bağımlı hale gelmesine ve içsel bir motivasyon geliştirememesine neden olabiliyor. Özellikle dezavantajlı veya yeteneği gelişmemiş çocukların daha çok övülmesi, başarıdan çok, onların eksik yanlarına odaklanmalarına yol açabiliyor. Bolat, çalışarak başarılı olunabileceğini ancak bunun, kişinin yetenekli olduğu alanlarda gerçekleşeceğini belirtiyor.

Olimpiyat Sırrı ve Başarıya Giden Yol

Bolat, başarılı olmanın ve uzmanlaşmanın sırrını olimpiyat sporcularının sıklıkla kullandığı bir metodoloji ile açıklıyor. “İlgi – Rol Model – İlişki” üçgeninde başlatılan sürecin; pratik, otomatikleşme, keşif, 10.000 saat kuralı ve rekabet ile uzmanlaşmaya dönüştüğünden bahsediyor. Bu adımlar, çocukların kişisel gelişimlerinde ve bir alanda uzmanlaşmalarında önemli basamakları oluşturuyor. Ayrıca, hedef odaklı başarı peşinde koşmanın dış motivasyonla desteklenmesi halinde bir tükenmişlik yaşanabileceğini ve rekabetin sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için 11-13 yaş aralığının uygun olduğunu vurguluyor.

Bu notlardan yola çıkarak, Bolat’ın ebeveynlere verdiği en büyük mesaj, çocuk yetiştirirken onların duygusal ihtiyaçlarına saygı göstermek ve sağlıklı bir birey olmaları için özgüvenlerini desteklemektir.

Sürdürülebilir Yetenek: Üstün Yetenekli Çocuklar İçin Yol Haritası


 


Sürdürülebilir Yetenek: 

Üstün Yetenekli Çocuklar İçin Yol Haritası


Sürdürülebilir Gelecek İçin Eğitim Sempozyumu’nda bu yıl bir çok başlık da ele alındı. Ancak sürdürülebilir eğitim denince ilk akla gelen konu, elbette öğrencilerin yeteneklerini uzun vadeli geliştirme yollarıdır. 


Dr. Bahar Eriş, üstün yetenekli çocukların eğitimine dair sunduğu bakış açısıyla, klasik başarı anlayışının ötesine geçerek, içsel motivasyon ve sürdürülebilir gelişimi merkeze alıyor. Dr. Eriş'in üzerinde durduğu önemli noktalardan biri, yetenek gelişiminin sadece zekâyla değil, sistematik bir disiplinle mümkün olduğudur. Bu yazıda, onun sunduğu yaklaşımı derinlemesine inceleyerek, çocuklarda sürdürülebilir yetenek gelişimi için sağlam adımlar öneriyorum.


Disiplin ve Bilinçli Çalışma: Başarıyı Destekleyen Yapı Taşları


Dr. Bahar Eriş'in belirttiği gibi, yetenek gelişiminin temelinde disiplin ve bilinçli çalışma yer alıyor. Miyelinasyon sürecine dikkat çeken Dr. Eriş, beynin gelişimi için sosyal medyada bolca duyduğumuz "gaz veren" sözlerin değil, sistematik pratiklerin daha etkili olduğunu vurguluyor. Çocukların her gün kısa sürelerle, odaklanmış bir şekilde çalışması, onların zihinsel yapılarında güçlü bir temel oluşturuyor. Bir başka deyişle, bir gün boyunca 10 saat çalışmak yerine her gün 10 dakika pratik yapmak, uzun vadeli başarı için daha sağlıklı bir yol. Bu süreçte uzman desteği almak, sık sık hata yapıp geri bildirim almak ve hedef odaklı çalışmak, çocukların kalıcı beceriler kazanmasını sağlıyor.


3Y Modeli: Yatkınlık, Yetkinlik ve Yaratıcılık


Dr. Bahar Eriş'in sunduğu Yatkınlık, Yetkinlik ve Yaratıcılık (3Y) modeli, yetenek gelişiminin aşamalarını özetliyor. Çocukların doğal eğilimleri doğrultusunda kendilerini geliştirmeleri, belirli alanlarda yetkinlik kazanmaları ve yaratıcılıklarını özgürce ortaya koyabilmeleri, uzun vadeli başarının anahtarı olarak görülüyor. Benjamin Bloom’un eserlerinden esinlenerek, okul öncesi dönemden itibaren çocuklara sevgi ve şefkatle yaklaşmak, onların çaba odaklı bir bakış açısını içselleştirmesine olanak tanıyor. Dr. Eriş'in vurguladığı gibi, övgü kadar yapıcı eleştiri de önemli bir motivasyon kaynağı; çocuğun kendisini geliştirmesi için sadece başardıklarına değil, yapamadıklarına da dikkat çekmek, onun içsel motivasyonunu artırıyor.


İçsel Motivasyon ve Sorumluluk Alma Bilinci


Yeteneğin içsel motivasyonla beslenmesi gerektiğini belirten Dr. Eriş, çocuklara çaba odaklı bir bakış açısı kazandırmanın önemine dikkat çekiyor. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin çocuklar adına problemleri hemen çözmemesi, onların kendi kendilerine çözüm üretme becerisini geliştirmelerine fırsat tanıyor. Bu noktada Self-Determination Theory (Özyönetim Kuramı) devreye giriyor: Çocuğun yaptığı işi anlamlı bulması, kendi özgürlüğünü hissedebilmesi ve yetenek seviyesine uygun hedefler koyabilmesi, onun motivasyonunu artırıyor. Dr. Eriş'in belirttiği gibi, her şeye sahip olmayan çocuklar, motivasyonlarını ihtiyaçlarından doğan isteklerle besliyor.


Negatifte Kalma Yeteneği: Sıkıntıda Güçlü Kalmak


Dr. Bahar Eriş, John Keats’in negatife capability (olumsuzda kalma yeteneği) kavramına atıfta bulunarak, çocukların zor durumlarda sakin kalma becerisini geliştirmelerinin önemine değiniyor. Ebeveynler olarak çocuklarımızı her an olumlu ve rahat bir alanda tutmak isteyebiliriz; fakat onların, zor durumlarla başa çıkmalarını sağlamak, uzun vadede duygusal dayanıklılıklarını artırıyor. Sonuçtan ziyade sürece odaklanmak, gelişim odaklı bir zihniyetle, "Henüz yapamıyorum" demenin önemini anlatıyor. Bu yaklaşım, çocukları zorluklarla yüzleşmeye, hatalarından öğrenmeye ve yeni stratejiler geliştirmeye teşvik ediyor.


Öğretmenin Gücü ve Sürdürülebilir Yetenek


Dr. Bahar Eriş'in vurguladığı önemli bir başka konu ise öğretmenlerin çocukların hayatında oynadığı rol. Araştırmalara göre, bir öğrencinin başarısındaki en büyük etken, öğretmeninin ona inanmasıdır. Dr. Eriş, Prof. Kohn Hattie’nin 250 milyon öğrenciyi kapsayan meta analizine dayanarak, bir öğretmenin öğrencinin başarabileceğine dair inancının öğrencinin performansını büyük ölçüde etkilediğini belirtiyor. Öğretmenlerin öğrencilere cesaret verici sözler söylemesi, onların kendilerine olan güvenlerini güçlendiriyor. Helen Keller örneğinde olduğu gibi, öğretmenin doğru yaklaşımı, öğrenciye kendi yeteneklerinin farkına varması için destek veriyor.



Sonuç olarak, Dr. Bahar Eriş'in "Sürdürülebilir Yetenek" konusundaki bakış açısı, çocuklara kazandırılacak çaba odaklı bakış açısını, disiplinli çalışmanın önemini ve öğretmen-öğrenci arasındaki güven bağını merkeze alıyor. Sürdürülebilir yetenek, çocuğun yalnızca belli bir zekâ düzeyine ulaşmasından ibaret değil; kendi potansiyelini keşfetme ve bu yolda istikrarlı adımlarla ilerleme sürecidir.


Pınar Yeşiltay Sevim

Beyin Antrenörü

Sürdürülebilir Eğitimde Nörobilim ve İnsan Potansiyelinin Keşfi


 

Sürdürülebilir Eğitimde Nörobilim ve İnsan Potansiyelinin Keşfi

 

Antalyada Ümit Kalko tarafından organize edilen Kasım 2024 Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumunda bulunmak, eğitimde sürdürülebilirlik ve insan beyninin kapasitesini anlamak adına harika bir fırsattı. 


Sempozyumda bir birinden nitelikli, uzman konuşmacılar ve 2000e yakın katılımcı ile muhteşem bir atmosfer vardı. Sinan Canan’ın oturumundan aldığım notları sizler için derledim. Değerli Sinan hocam, insan potansiyelinin nasıl ortaya çıkarılabileceği ve eğitimdeki alışkanlıklarımızın neden değişmesi gerektiği üzerine ufuk açıcı bilgiler sundu. Oturumda konuşulanlar, eğitim sistemimizdeki mevcut yanlış inanışlara ışık tutarken, nörobilimsel bir bakış açısının eğitimde nasıl dönüşüm yaratabileceğini gözler önüne serdi. 


İşte bu oturumdan akılda kalan en çarpıcı noktalar:


Öncelikle, Sinan Canan’ın zürafalar ve kavak ağaçları örneği dikkat çekiciydi. Zürafaların ve doğadaki diğer canlıların sürdürülebilirlik kaygısı taşımadığı bir dünyada, insanın kendine özgü zihinsel gelişimi onu farklı kılıyor. Tıpkı kanserin vücudu yok etmesi gibi insan da doğayı ve atmosferi yok ediyor. Haliyle sürdürülebilirlik kavramına ihtiyaç doğuyor.


Konu eğitimde sürdürülebilirlik ve verimliliğe gelince;


Eğitimde verimlilik deyince neden sadece matematikten yüksek not almak” gibi sınırlı bir başarı ölçütüne odaklandığımızı sorgularken, insan beyninin sahip olduğu potansiyeli keşfetme arzusunun bu dar kalıpların ötesine geçmesi gerektiğini vurguladı. Eğitim, hayatla ilgilidir; yalnızca sayılar veya formüllerle değildir algısını yineledi.


Canan’ın beyin üzerine yaptığı açıklamalar da oldukça etkileyiciydi. İnsan bedeni, dünya üzerindeki en büyük beyne sahip. Vücut ağırlığımızın sadece yüzde ikisini oluşturan beyin, enerji tüketiminin yüzde yirmi beşini harcıyor. Bu devasa enerji tüketimi, beynin insan hayatındaki yerini ve önemini gözler önüne seriyor. Özellikle 2005-2010 yılları arasında geliştirilen beyin görüntüleme teknikleri, insan beyninin sosyal bir tür olarak hayatta kalmasını sağlayan "birlikte hareket etme" yeteneğini açığa çıkardı. Bu yetenek, insan türünün dünyadaki yerini belirleyen en önemli faktörlerden biri olarak öne çıkıyor.


Gebe anneler için söylenen klasik tavsiyelere de değinen Sinan Canan, hamilelik döneminde Mozart dinlemenin bebeğe üstün zekâ sağlayacağına dair popüler inançları eleştirerek, annelerin sevdiği müzikleri dinlemesinin ve duygusal olarak sağlıklı bir ortamda bulunmasının çok daha önemli olduğuna dikkat çekti. Eğitimin sürdürülebilir olabilmesi için sadece öğrenilen bilgiler değil, bu bilgilerin bireylerin sosyal ve duygusal ihtiyaçlarıyla nasıl örtüştüğü önemlidir.


İnsan beyninin en dikkat çekici özelliklerinden biri, değişime ve dönüşüme olan yatkınlığı, yani plastisite (nöroplastisite) özelliğidir. Sinan Canan’ın belirttiği gibi, beyindeki en küçük bir değişim bile insanın genel fonksiyonlarında büyük etkiler yaratabiliyor. İnsan beyni, yeni öğrenilen bilgileri çevresiyle anlamlandırmak istiyor. Bu bağlamda, yabancı dil öğrenme konusunda yaşanan zorluklar ve bunun bir aşka dönüşmesiyle nasıl kolayca çözüme ulaştığı örneği etkileyiciydi. Beyin, anlamlandırdığı ve duygusal olarak bağ kurduğu bilgiyi öğrenmeye daha açık. (Limbik sistem devreye giriyor)


Oturumda tartışılan en önemli kavramlardan biri de "oyun"du. Sinan Canan, bir çocuğun en önemli ihtiyacının oyun oynamak olduğunu vurguladı. İngilizcede "game" ve "play" olarak iki farklı terimle ayrılan oyun kavramı, öğrenmenin en doğal ve verimli yöntemidir. Oyun yoluyla çocuk, dünyayı anlamlandırır, kendini ifade eder ve yaratıcı düşünme yeteneğini geliştirir. Ancak, eğitim sistemlerimizde bu doğal öğrenme yönteminin sık sık göz ardı edildiği, çocukların oyun hakkının ellerinden alındığı bir gerçek. Sinan Canan’ın belirttiği gibi, insan beyni deneyimlediği ve anlamlandırdığı bir dünyayı daha iyi öğrenir. Bunun da en verimli yolu oyundur.


Bir diğer önemli konu, duygusal ihtiyaçların eğitimdeki rolüydü. Sinan Canan, çocukların yetişkinler tarafından yüklenen değersizlik duygusu, kıyaslanma gibi olumsuz duyguların bireyin gelişimine nasıl zarar verdiğini örneklerle açıkladı. Beynin işlevsel plastisite özelliği sayesinde, tekrarlarla şekillenen inançlar, çocukların hayatında kalıcı izler bırakıyor. Çocuğun kendi yeteneklerini keşfetme sürecinde desteklenmesi, sevgiyle büyütülmesi ve özgüven kazanması, eğitimde sürdürülebilirliğin temel taşlarından biridir. Ergenlik döneminde bir bireyin kendini tanıma sürecine destek olmak, onun potansiyelini açığa çıkarma yolunda en önemli adımlardan biridir.


Oturumda dikkat çeken bir diğer konu, travma ve baş etme becerileriydi. Canan, travmanın baş edilemeyen yaralardan oluştuğunu ve rahatsızlıkların konfor alanının dışına çıkma fırsatı sunduğunu belirtti. Özellikle, modern dünyada bireylerin sürekli gelişmesi, dijital dünya ile bağlanarak geniş bir bilgiye ulaşması, beynin sürekli yeni deneyimler yaşamasını sağlıyor. Eğitimde bu perspektifi kazandırmak, bireyleri geleceğe hazırlamak anlamına geliyor.


Son olarak, eğitimde öğretmenlerin ve eğitmenlerin rolü üzerine yapılan vurgu önemliydi. Sinan Canan, mesleğini aşkla yapmayan öğretmenlerin sistemden uzaklaştırılması ve eğitimde lider olabilecek öğretmenlerle çalışılması gerektiğini söyledi. Öğretmenler, öğrenciler için yalnızca bilgi kaynağı değil, aynı zamanda birer rol model ve liderdir. Eğitimin kalitesini artırmak için bu ruhla görev yapacak kişilerin desteklenmesi gerektiğini ifade etti.


Sonuç Olarak...


Sinan Canan’ın oturumundan aldığım notlar, sürdürülebilir bir eğitim sisteminin yalnızca bilgiye değil, aynı zamanda bireyin duygusal, sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarına cevap vermesi gerektiğini gösterdi. İnsan beyni, nörobilimsel perspektiften bakıldığında inanılmaz bir potansiyele sahip. Bu potansiyelin açığa çıkarılabilmesi için bireylerin kendini keşfetme sürecine saygı duyan, oyunla öğrenmeyi teşvik eden ve öğretmenleri lider olarak konumlandıran bir eğitim sistemi gereklidir. Eğitimin sürdürülebilir olması, bireylerin değişen dünyaya ayak uydurabilmesi ve geleceğe dair hayaller kurabilmesiyle mümkündür. 


Unutulmamalıdır ki, insanın en büyük erdemi, olmayan bir dünyayı hayal edebilme kapasitesidir. Eğitim, bu hayalin temelini atmalı, bireylere geleceği inşa etme özgüveni kazandırmalıdır.


Pınar Yeşiltay Sevim

Beyin Antrenörü


© Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı
Maira Gall
Okuyan Anne - Yeni Nesil Annenin Kitaplığı - ©

Blog Tasarımı

Bu sitede yayınlanan yazılar ve resimlerin izinsiz kullanılması
5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına aykırıdır.