Kitap okumak vazgeçilmezlerimden en önceliklisidir.
Farklı türlerde kitaplarla, farklı kapıları aralamaya bayılırım ben
küçük kızım, biricik Sudelinam’dan fırsat buldukça. Genellikle
otobiyografik romanları, tarihi arka planda işleyen kitapları, polisiye
serileri ve araştırma yazılarını tercih etsem de zamanla değişik
türlere kayma eğilimi gösteririm. Biraz da yazarcı olduğumu itiraf
etmeliyim sanırım.
Tarzını, üslûbunu sevdiğim bir yazarım tüm eserlerini
edinip okumak ve kütüphanemde onlara özel bir yer açmak benim için
önemlidir. Sevdiğim pek çok yazarın serisini tamamlamış bulunmaktayım.
Her ne kadar” ögg” gelse de kisişisel gelişim ve iletişim odaklı
kitaplardan bazen öyle yazarlarla karşılaşıyorum ki, yine seriyi
tamamlamadan edemiyorum. İşte bunlardan biri Sayın Sema MARAŞLI.
Sema Maraşlı,
kadın-erkek, aile, evlilik kavramlarına ilişkin vermek istediği
mesajları “şunu yap, şöyle de, şunu uygula” şeklinde değil de, öykülerle
içselleştirerek anlatmaktan yana. İşte bu da onu farklı kılıyor.
Hepimizin bildiği ancak farkındalığımızın olmadığı pek çok küçük
ayrıntıyı koca bir yumak halinde sunuyor bize. İlişkileri yıpratan
noktaları, aşkı öldürdüğünü düşündüğümüz ayrıntıları su yüzüne çıkarıyor
bir bir. Biraz da kendimizi sorgulamamızı sağlıyor. Okurken insan
mutlaka bir hikayenin bir paragrafında buluveriyor çözümü. Bunu daha
önce neden düşünmedim değil de bunu neden fark etmedim ki dedirtiyor
kendimize.
Sözün özü… Seriyi çok severek tamamladım.
Bendeki seriyi oluşturan kitaplar şunlar:
Kulak Aşık Olurmuş Gözden Evvel
Muhabbet Olsun
Sevmek Bu Kadar Güzelken,
Tatlıya Bağlayalım,
Eşim Aşkım Olsun,
Eşimin Eşi Yok,
Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz,
Mutlu Evlilik Okulu
İlk okuduğum kitabı olan Eşim Aşkım Olsun’un ilk hikayesini okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
KÜÇÜK KIZ
“Allah rızası için.”
Bülent,
avucunu açmış ona doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli
yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere
benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve
sağlıklı görünüyordu. “Sapasağlam adam gidip çalışacağına dileniyor,
belki benden daha zengindir.” diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı
birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla:
“Ekmek parası mı istiyorsun?” diye sordu.
“Hayır, çikolata parası lazım!”
Bülent’in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. “Espri yeteneği olan dilencinin hali başka oluyor.” diye düşündü.
“Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?”
“Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz onu da bulamadıysak aç yatarız.”
Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
“Bugün karnınız doydu üstüne tatlı mı canınız istedi?”
“Fakirin canı mı olur ki, canı tatlı istesin beyim.”
“Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış standupçı mısın?”
“Hiçbiri değil sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü ona çikolata götürmek istiyorum.”
“Doğum gününde yaş pasta alınır, bildiğim kadarıyla?”
“O
bizim için değil, zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona
bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata
götürdüm. Karım çikolatayı çok sever.”
Adamın söyledikleri
Bülent’in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı
çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş, sahile kadar
yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi
seyrederken çok rahatlar. Dalgalar sıkıntısını alıp giderdi. Fakat
karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek hiçbir şey onu
rahatlatamıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. “Acaba
söyledikleri gerçek mi yoksa uyduruyor mu?” diye düşündü.
“Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?”
Bülent’in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı. Bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı cebinden.
“Ben
dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım.
Fakat bugün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya… Hiçbir iş bulamadım.”
Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
“Oturun biraz dertleşelim bari.” dedi.
Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
“Yok mu eşin dostun borç alacak bir akraban?”
“Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.”
“Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?”
“Çok hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.”
“Aşk, hem de otuz yıl süren bir aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.”
“Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.”
“Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Duruma göre sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.”
“Ben ilkokulu bile bitirmedim öyle formül falan bilmem.”
“Formül
dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Ben de altı yıllık evliyim.
Sevdiğim kadınla evlendim fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz.
Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz,
gücümüz her şeyimiz var ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok ama
mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?”
“Hiçbir şeyim yok mu?
Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim,
arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve
daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey
dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.”
“Öyle deme şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikâyet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?”
“Altın
tasın kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç
anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit
yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın kocasının her şeyi
olduğunu bildiğinde mutlu olur ancak.”
“Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?”
“Olabilir.
Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar
değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.”
“Bir kadına değerli olduğu nasıl hissettirilir peki?”
“Küçük kızı severek.”
“Küçük kız mı? Hangi küçük kız?”
“Yaşı
kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen küçük bir kız vardır.
O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutlu edersen, o kadını da o
kadar mutlu edersin.”
“Nasıl yani?”
“Küçük bir kız neleri
sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi
görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine
prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses
olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak
isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata
doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?”
“Haklısın. Benim dört yaşında
bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır: ‘Babacığım beni ne
kadar seviyorsun?’ diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda
dolanıp durur, ben kıyafetini fark etmezsem ‘Baba güzel olmuş muyum?’
diye sorar. ‘Güzelsin, çok yakışmış.’ deyince mutlu olur.”
“İşte
kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma
böyle davranıyorum. Ömrümüz olur da seksen, doksana kadar yaşarsak ben
ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona ‘bebeğim’ diye hitap ediyorum,
çok hoşuna gidiyor. ‘Bebeğim bana bir çay yapar mısın?’ dediğimde çay
yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.”
“Hiç kavga etmez misiniz siz?”
“Kavga
evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı
ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için
uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.”
“Benim eşim çok ciddi bir kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.”
“Küçük
kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi
ya da en yaşlı kadının bile içinde o küçük kız mutlaka vardır. Yeter
ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla
aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla
bakar sana. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk
kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri istemezler; yumuşak
dokunuşları severler.”
“Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman
yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor, o zaman eve
çok yorgun gidiyorum.”
“Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu
etmek o kadar da zor değil. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur.
Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o
seni rahat ettirmek, dinlendirmek için elinden gelen gayreti gösterir.
Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce
hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli
söylenen biriyle yolculuğa çıksan sen ne kadar mutlu olabilirsin.”
“Haklısın da ben de bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.”
“Yine
para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar
erkekleri para için sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar
hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu
olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir
anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım,
günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın
kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman kulaklarına aşk sözleri
fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık takamadım ama hep
öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim
ama kendi bedenimle ipek bir elbise gibi yumuşacık sardım, mutlu ettim
onu.”
Adam ayağa kalktı:
“Bana müsaade, artık gitmeliyim,
karım merak eder. Sen de git evine küçük kızın gönlünü al; belki o küçük
kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.”
Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
“Sizi tanıdığıma çok memnun
Elini bıraktı, koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
“Hadi gel, eşin için şuradan çikolatalı yaş pasta alalım.”
Adam
hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla evinin
yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en
sevdiği meyvelerden aldı. Evine girdiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak
masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe
bir tabağa döküp yıkadıktan sonra eşinin önüne koydu.
“Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri.”
İnci hiç konuşmadı.
“Sorsana niye diye.”
“Niye?” diye sordu İnci kızgın kızgın.
“Çünkü
dünyanın en güzel ve en tatlı kadınının midesine gidecek.” dedi gayet
ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı, aynı zamanda yüzünün ifadesi
yumuşamıştı.
“Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.”
“Hayret
bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi
meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu istediğim, beklediğim
bir şeydi ‘Bak senin için sevdiğin meyveleri aldım.’ demen; ama şimdi
kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.”
“Özür dilerim seni kırdığım için.”
Sonra Bülent yere diz çöktü.
“Cezam neyse razıyım; ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.”
Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
“Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin.” dedi.
Bülent
işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı
gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.
SEMA MARAŞLI - EŞİM AŞKIM OLSUN / KÜÇÜK KIZ
5 Ekim 2014 Pazar
Bunlar da ilginizi çekebilir
/
EDEBİYST,
ERKEK,
EŞİM AŞKIM OLSUN,
EŞİMLE TANIŞMAYI UNUTMUŞUZ,
EVLİLİK,
HİKAYE,
İLİŞKİ,
KADIN,
kitap,
KİTAP ÖNERİ,
KİTAP TAVSİYE,
MUTLU EVLİLİK OKULU,
ÖYKÜ,
ROMAN,
SEMA MARAŞLI,
YAZAR

Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok
Yorum Gönder